Kayıtlar

Temmuz, 2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mutluluğun Resmini Yapabilir misin, Abidin?

Resim
Başbakanlığa bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün yapmış olduğu ankete göre Türk ailelerin % 98'i mutlu çıkmış (haberturk.com). Bu mutlu aileler şunları iddia etmiş: Kendileri (% 98, yani hemen herkes) mutluyken, % 55′i aile ilişkilerinin kötüye gittiğini gözlemlemişler! Yalan söylemeyeceklerine göre, bundan mutluluğun insanı kör ettiği ve gözlem gücünü azalttığı sonucuna varıyoruz; Bu mutlu kesimin % 90′ı evlilikte aşk isterken, % 65′i görücü usulüyle evlenmiş. Buradan görücü usulüyle gerçek aşkı bulma ihtimalinin ne kadar yüksek olduğu ortaya çıkıyor; Evlenecekleri kişide neye önem verdikleri sorusuna % 60 güzellik veya yakışıklılık yanıtı vermiş. Eh, bu kadar insan mutlu olduğuna göre buradan doğal olarak Türk halkının ciddi bir kısmının güzel veya yakışıklı olduğunu tesbit ediyoruz ki son yıllarda giderek artan turist sayısı da bunu destekliyor. Turistler, insanlarımızın çekiciliğine kapıldıkları için ülkemizi tercih ediyor; Yine ankete katılanlardan öğren

ÖSS Tercihleri Yapılıyor

Son bir haftadır televizyonlarda çeşitli üniversitelerin! yöneticileri görünüyor. İş dünyasında mezunlarının ne kadar yükseklerde olduğunu, ne kadar kolay iş bulduklarını, vb anlatıyorlar. Üniversite fikri dizisinin ikinci bölümü özellikle bu haftayı bekledi. Üniversitenin ne oldugunu çoktan unutmuş bir toplumun yeniden hatırlaması için.Açıkçası gerçekten sabırla bekledim. İstedim ki içlerinden biri, hiç olmazsa biri Hutchins’in söylediklerinin onda birini söylesin: “Chicago Üniversitesi şöhreti hiç bir zaman önemsememiştir. Zaten aksini ne fakülte, ne de yönetim kurulu üyeleri kabul ederdi. Eğer gün gelir de bu üniversitenin eğitimin standartlarını belirlemesi ve bilginin gelişmesine bariz katkıda bulunması imkansız hale gelirse, var olması için de bir sebep kalmamış demektir.” Öğrenci adaylarına başarılar diliyorum.

Chicago, Elde Kalan Son Üniversite - Üniversite (2)

Üniversite fikri mi? Bu soruyu civarda sorarsanız, insanlar “üniversiteyi”, yani Chicago Universitesi’ni kastettiğinizi varsayar. Ister sevimsiz, ister hoş diyin, bu yerel kendini beğenmişlik, burada bir süre yaşamış herkesi etkiler. Lütfen dikkat edin: üniversitelerini gurur vesilesi yaparak, fakülte ve öğrenciler onu sahiplenir. Bu, ilgi alanları fakülteninki ve öğrencilerinkiyle farklı olan, uzak bir yönetsel varlığı çağrıştıran birçok kurumla taban tabana zıttır. Dahası, bu davranış, yerel kibirden daha fazlasını gösterir: bizi, bütün ülkede, hatta dünyada, bir şamandıra gibi görenlerce pekiştirilir - diğer meslektaşlarımdan birçok kez duyduğum bir sözdür bu: Yolunuza devam edin; Chicago Universitesi, elimizde kalan son üniversitedir. Bu yerin, “işte üniversite bu” dedirtecek kadar farklı ne özelliği var? Soru, ilk defa sorulmuyor. Universite yetkilileri niçin bu üniversitenin özel olduğuna dair fikirler üretmeyi sever. Bunu söylevlerinde, komite raporlarında yaptıkları gibi, baş

Genç Kız Sığınma Evi

Ülkemizde katledilen kadın ve kızların çoğunda şu ortak özellik dikkati çekiyor, özellikle de genç kızlarda: Bir şekilde evden ayrılıyorlar ama sonra yaşamlarında veya beraberliklerinde bir şey ters gidiyor. Gidecek başka yerleri olmadığından baba ocağına sığınmak zorunda kalıyorlar. Dram veya trajedi, nasıl derseniz, işte bundan sonra başlıyor. Kızının eve bu şekilde dönüşünü hazmedemeyen ilkel maymunlar, diğer ilkel maymun arkadaş ve akrabaları önünde küçük düştükleri inancıyla olayı hallediyor. Öncelikle, genç kız ve kadınlarımızın şunu öğrenmeleri gerekiyor: Bir şekilde evden ayrıldınız mı, bir daha DÖNMEMELİSİNİZ . Dönmeyi düşündüğünüz o yerde SEVİLMİYORSUNUZ . Orada sizin, yaşamınızın bir değeri YOK . Ne yapabilirim diye çaresiz olmanıza da gerek yok. Bütün olanaksızlıklara karşın, duyarlı ve maymundan ileri düzeye evrilmiş canlılar da var. Genç Kız Sığınma Evi de bunlardan biri. Koşullar harika olmayabilir, ama hayatta kalacaksınız, savaşacaksınız. Vuruşmadan yenilmeye

Efsanevi Rokçu Brian May Astrofizikçi Olma Yolunda

Efsanevi rok grubu Queen’in gitaristi Brian May (60), nihayet doktora tezini verecek (ing.). Tezinin konusuysa “Zodyak Toz Bulutunda Işıma hızları”. May, 1970 yılında, şarkıcı Freddie Mercury ve davulcu Roger Taylor’la Queen’i kurduklarında, Imperial College’de astrofizik okuyordu. Grup büyük başarı kazanınca doktora araştırmasını yıldızlararası boşlukta bırakmak zorunda kalmıştı. Bu habere tam Üniversite fikri: Bu yerin özelliği’nin [4. Göz] ikinci bölümünü hazırlarken rastladım. Universite’nin ne olduğunu, ve insanların onu ne olarak algılaması gerektiğine dair çok güzel bir örnek. Çıldırmış bir şekilde OKS, ÖSS, ÖSY peşinde koşan toplumumuz için, bunun bizi en azından bir düşünceye sevketmesini, ya da daha açık bir deyişle düşünme eylemine teşvik etmesini ve içinde bulunduğumuz körlükten, en azından kısmen kurtarmasını diliyorum.

Şişman Arkadaşlar Sizi Şişman Yapıyor

Harvard Medical School ve California Universitesi’nden araştırmacılar, 12067 kişi ve bu kişilerin 38611 akraba ve arkadaşını inceledikten sonra, şişman arkadaşların sizi şişman yaptığına (ing.) karar verdi. Aynı cinsiyet arkadaşlıklarında, bir arkadaş obezse, diğeri kilo almaya % 71 oranında daha yatkın oluyor. Harvard profesörü Nicholas Christakis, “Bu obez veya olmayan insanların arkadaşlık için kendilerine benzeyeni seçmesi değil, aksine, doğrudan, bir neden-sonuç ilişkisi var.” dedi.Araştırmacılara göre obezlik, tıpkı bir virus gibi insandan insana bulaşabiliyor. Kilo alan kişinin, yakın arkadaşları da kilo alma eğiliminde. New England Journal of Medicine’de 26/07/07′de yayınlanan araştırma 30 yıl sürdü. Araştırmada başka ilginç sonuçlar da var. Orneğin, komşunuzun kilo alması veya vermesinin size bir etkisi yok; aile üyelerininse arkadaşlarınıza göre etkisi daha az. Arkadaşinizin sizden kilometrelerce uzakta yaşaması bile sonucu değiştirmiyor, etki kalıcı. Dr. Christakis,

Demokratik Yamyamlar (1)

Bir hastanenin acil servisinde, çaresizce organ nakline ihtiyacı olan, durumu kritik beş hasta beklemekte. Sağlıklı bir adam odaya giriyor. Doktorlar ölmekte olan beş kişinin hayatını kurtarmak için sağlıklı adamı feda edip, organlarını o beş kişiye nakletmeli mi? Pek çok kişi bu soruyu bir kaç milisaniye içinde “Elbetteki hayır!” diye yanıtlayacak. Şimdi, varsayalım ki denetimden çıkmış bir tren, son sürat demiryolunda çalışmakta olan işçilerin üzerine gidiyor. Biraz ileride, işçilerden önce bir yol ayrımı var ve makası değiştirirsek, tren diğer yola sapacak ve orada yalnızca bir işçi çalışıyor. Yine aynı soru - beş kişiyi kurtarmak için, bir kişiyi feda etmeli miyiz? - ama bu sefer çoğumuz, aynı çabuklukla “evet” diyecek. Bu şimşek hızındaki ahlaki kararları nasıl veriyoruz? Eğer önceki paragraftaki temel hatayı görebildiyseniz, muhtemelen siz de benim gibi bir demokratik anarşistsiniz. Göremediyseniz, nasıl hem demokrat, hem de anarşist olabildiğimi soruyorsunuz. Giriş bölümünün

Bilimadamı Kimdir? Lavoisier Örneği

Bunu bugün İlhan Selçuk’ta (Cumhuriyet, 22/07/07, sf. 2) okudum. Keserek aktarıyorum: 1789 Fransız devrimi insanlık tarihinin dönüm noktasıdır, “Büyük İhtilal” ya da “İhtilal-i Kebir” diye de anılır. Kanlı bir dönemdir ve yaşanan çalkantıda çok insan güme gitmiştir, Lavoisier de bunlardan biridir. Antoine Laurent Lavoisier (1743-1794) büyük bir bilim adamıdır. Çok kısaca nasıl tanımlanıp vurgulanabilir?… Lavoisier’den önce kimya, simya idi. Lavoisier simyayı kimyalaştıran, daha başka deyişle bir bilim dalına çeviren kişilerin başında geliyor. Ne yazık ki sonu kötü oldu Lavoisier’nin. Çeşitli uydurma suçlardan ötürü yargılandı… Lavoisier giyotine giderken matematikçi ve gökbilimci dostu Joseph Lagrange’a dedi ki: “-Kellem giyotinin bıçağıyla sepete düştüğünde, gözlerime bak; eğer iki kere göz kırparsam, bil ki, kafası kesildikten sonra bir süre daha insanın beyni düşünüyor.” Evet, bilimadamı olmak işte böyle bir şey; sınırsız bir merak, bilimsel kuşkuculuk ve araştırıp öğrenebi

Kendi Gündemimizi Yaratmak

İyice tekelleşen medya aracılığıyla, birilerinin kendi tahakkümcü düzenlerini sürdürebilmek için dayattığı, hatta burnumuza soktuğu gündemin içinde yaşamaya mecbur muyuz? Yapay veya gerçek, başkalarının çıkar ilişkilerini sürdürmelerine yardım edip, bizim farkında olmadan verdiğimiz destekle bunu pekiştiren gündemler bizim gündemimiz olmamalı! O gündemde Aycan Saroğlu, Hülya Yalım, Aysun Say yok. Sitedeki yazı dizilerini takip edenler hafiften hissetmeye başlamışlardır. Dizilerin bazı bölümleri sıkıcı gelebilir, en azından bana sıkıcı gelen yerleri oldu. Ama inanın hepsi de önemli ve bu yazı dizileri birleşerek bu gündem oluşturma zirvesine ulaşacak. Bir bölümden sıkıldınız diye diğer bölümü de okumamazlık etmeyin, çünkü bazı kesimlerce istenen tam da bu. Parayı üç beş kişinin kontrol ettiği, neyi seyredip neyi okuyacağımıza üçbuçuk kuruluşun karar verdiği, bizlerin de çalışıp, tüketmekle yükümlü olduğumuz bir düzen. Peki ne yapacağız? İşte tam burada yaptığımızı. Içeriği biz yarat

Sanatla Denize Yolculuk

Aysun Say güncesini (çok sık güncellemese de) takip ettiğim bir ressam. Sanatın her türüne esin kaynaği olan deniz ve insanın denize olan tutkusunu konu olarak seçtiği yazısını severek okuyacağınızı umuyorum. Günceyi iki resim (ikisini de çok beğendim) ve bir şiirle süslemis. Ustteki dia gösterisiyse tek kelimeyle muhteşem. En azından Özdemir Asaf’tan seçtiği şiirin ilk dörtlüğünü buraya alayım, siz gerisini yazıdan okursunuz: Gözlerin en başında Bir en deniz, Ve denizin en gözünde Bir bakış, o sensin deniz…

Yeni Ekonominin Kavramları - blş02

Nick Dyer-Witheford şöyle diyor: 21. yüzyılın eşiğinde gelişmiş kapitalizmle ilgili konuşulan tek devrim bilişim devrimidir… Onunla beraber anılan “sanayileşme sonrası”, “süper sanayileşme”, “teknotronik toplum”, “kablolu toplum”, “denetim devrimi”, “yüksek teknoloji toplumu”, “ikinci sanayi ayrımı”, “Fordizm sonrası”, “teknolojinin küreselleşmesi” gibi anlamdaş ve benzer terimler gelecek hakkında umut ve endişelerimizi tarif etmektedir. (1999:16) Bu terimlere Castells’in, “bilgi toplumu” tanimini tercih etmeyip onun yerine kullandıği ağ toplumunu da ekleyebiliriz. Castells, ağ toplumunu bilişimsel paradigmanın belirleyici özelliği olan bilişim teknolojileriyle donanmış, ağlardan oluşan toplumsal yapı olarak tanımlar (Castells, 2001:166). Bunlara benzer fikirleri tartıştığı açıktır. Bilgi veya bilişim ekonomisi kavramı ilk kez 60'lı yılların başında Peter Drucker ve Alvin Toffler tarafından kullanıldı. Toffler, Kültür Tüketicileri (1964, The Culture Consumers) adlı ilk kitab

Hamile Eşini Öldüren Katile Tahrik İndirimi

Mahkeme Başkanı, Şirin Demir’in eşi Altun Demir’i evin banyosunda boğazını sıkarak boğduktan sonra cesedini evin kömürlüğüne gizlediğini, sabah ezan okunduktan sonra evin yakınlarındaki bir ekmek fırınına giderek buradan 2 un çuvalı alıp eve döndüğünü, eşinin cesedini un çuvalına koyduktan sonra kardeşi Sertip Demir’i telefonla arayarak çağırdığını belirtti. Mahkeme başkanı, sanık Sertip Demir’in ağabeyinin evine giderek olayı öğrendikten sonra seyyar satıcılıkta kullandığı kendisine ait sepetli motosiklete yengesinin cesedini ağabeyi ile birlikte yükleyip, sabah erken saatlerde Dicle Nehri kıyısındaki 10 Gözlü Köprü civarında boş bir araziye attıklarını (haberturk.com) kaydetti. Sertip Demir’in ağabeyi Mehmet Şirin Demir, 7 yıllık eşi Altun Demir’i öldürdükten sonra çocukları Gülbahar, Bozan ve Barzan SHÇEK’e teslim edildi. Davulculuk yaparak evin geçimini sağlayan Şirin Demir, dava dosyasına göre eşi Altun Demir ile cinsel ilişkiye girmek istemiş, ancak hamile eşinin ilişkiye soğu

Seçimler Nasıl Olursa Olsun

Aycan Saroğlu / Akşam Seçimlerden önceki son yazım, bu. Önümüzdeki hafta 22 Temmuz seçimleri yapılmış olacak ve yeni bir dönem başlayacak… Bağımsızlar dahil hiçbir adaya yakın hissetmiyorum kendimi. Ama oy vereceğim, çünkü oy vermemenin ‘bir protesto şekli’ olarak anlamı olduğu bir yerde yaşamıyoruz… Mesela hakikaten sadece politik değil, ruhsal olarak da yeşil, çevreci bir parti olsun isterdim… Marmaris’te, Bodrum’da, tüm Muğla’da çıra gibi yanan o canım ağaçların sesini duyan birileri… Fethetmek, yok etmek için bu derece saldırgan davranan insana dur diyebilecek bir ses olsun semada. Şu alemin yalnızca insan ait olmadığını bilen, tüm yaratılanların hakkına hürmet eden birilerinin sesi çıksın! Kalanını köşesinden okuyun derim.

Obezlik Salgını ve Fruktoz

Kendisiyle yapılan röportajda, San Francisco, California Universitesi, pediyatrik endokrinoloji profesörü Dr. Robert Lustig, insülin düzeylerini doğrudan artırmadığı için bir zamanlar diyabet dostu olarak bilinen fruktozun, Amerikan tarzı diyet uygulayanlar arasındaki obezlik salgınının (ing.) yüksek tansiyon ve artan LDL düzeylerinin asıl sorumlusu olabileceğini söyledi. Sofra şekeri % 50, yüksek fruktozlu mısır şurubu % 90 oranında fruktoz içeriyor. Her iki madde de Amerika’da üretilen gıdalarda bolca bulunuyor. Türkiye’deki durumu ise bilmiyorum, zira bana oldukça yabancı bir konu. Ama yüksek kilodan muzdarip ve diyet yapan bir kaç arkadaşım var ve diyabet de ülkemizde oldukça yaygın. Konunun gündeme gelişiyse bizde genellikle yaz başlarında bikininin içinde güzel görünmeye yönelik anlamsız bir laf kalabalıği şeklinde olduğu için, ilgilenenlerin dikkatini çekmek istedim. Röportaj ingilizce olmasına rağmen teknik dil kullanılmamış (nihayetinde bu da bir TV programı için yapılmış),

Toplumsal Değişim - Radikal Kuram (2)

Günümüzdeki değişimin ikinci bir göstergesiyse toplumsal hareketlerin, geçmişle karşılaştırıldığında birbirleriyle yakınlık ve ilişki kurmada daha başarılı olması, ve çoğu durumda yalnızca çıkar çatışmalarını önleyerek değil, diğerlerinin ihtiyaç, çıkar ve arzularını zedelemeden, onun yerine farklı kaygı ve stratejileri bilmesi ve kabul etmesi, ve bazı durumlarda da yalnızca dayanışma adına davranması. Gerçi bunun nedeni, hareketler arasında geniş kabul gören ve yaygın bir anlayıştan çok, sezgi ve Yeni Sol'un henüz açığa çıkmamış katkıları; ve toplumsal hareketlerin karşılıklı ilişkisini açıklamak ve dinamik bir vizyon ve strateji geliştirmek için bilinçli olarak geniş kavramsal çerçeve kullananlar içinse bu daha az belirgin. Bugün herkesçe kabul edilebilecek bir toplumsal değişim kuramını gerekli kılan bir başka farklılık daha var. Toplumsal hareketlerimizdeki günlük etkinliklerde yeni bir dünya tutkusu ve isteği yok. İnsanın özgürleşme ve dönüşüm olanakları, toplumu tanımlayan

Katılımcı Toplum İçin Radikal Bir Kuram (1)

(9-11 Mart 2007'de, New York'ta "The Left Forum" için yapılmış bir panel konuşması. "21. yy. için radikal vizyonlar" paneli International Project for a Participatory Society tarafından düzenlenmişti.) Kökeni klasik ve yeni sol toplumsal hareketlerde olan bazı fikirler sunacağım ve bugünün hareketlerinin neden toplumsal değişim için yeni ve daha genişçe paylaşılan bir kurama ihtiyacı olduğunu açıklamaya çalışacağım. Sunacağım bazı kavramlar ve düşünce biçimim çok farklı olacak. Hatta, bazılarınız deli bile olduğumu düşünebilir. Ama işimi iyi yapar, fikirlerimi açık seçik sunarsam, hem size ışık tutmayı, hem de makul ve mantıklı bulunmayı umuyorum. Eğer arzumuz, ırk, cinsiyet, sınıf ayrımı yapmayan veya diktatörce olmayan bir yarının toplumu ise, insanların, bu yarının iyi toplumunun özgürleştiren kurumlarını yaratmakta kullanacağı kavram, fikir, yöneliş ve davranış türlerine bakmaya başlayabiliriz. Fakat bunu yaparken, toplumsal hareketlerin nasıl içiçe

Yeni Siyasal Fikir ve Projeler

Seçimler bu kadar yakınken belki dikkatinizi çekmiştir. Hemen hiç bir partinin toplumsal değişim veya dönüşüm projesi yok. Bugüne o kadar odaklanmışız ki, yarın yeni bir günün doğacağını unutmuşuz. Dünya on yıl sonra nasıl bir yer olacak? Ama kimin umurunda! Bildik klişeler, ucuz manevralar, yaz ortasında halkın parasıyla halka kömür dağıtmalar, sadaka vermeler. Burada yalnızca siyasi partileri suçlamak da yanlış. Toplumca uyuşmuşuz. Oysa dünya giderek daha hızlı dönüyor. Değişimin hızı başdöndürücü. Gelişmiş ülkeler bu değişime toplumca nasıl ayak uydurabileceklerini bulmak için paneller ve seminerler düzenliyor. Yeni ve birbirinden ilginç, hem sağ, hem de solda makaleler yazılıyor ve bildiriler sunuluyor. Televizyon ve gazetelerin haliyse malum. TV’ler Devlet Bakani Sn. Çubukçu’nun pek haklı olarak karşı çıktığı gibi “Güzel ve Dahi” vb yarışmalar, ikiyüz yıl öncesinin aşiret düzenlerini sevimli gösteren diziler sunarken, gazetelerse cıvık bir popüler kültürün içinde boğulmuş durumd

Venedik'e Davet ve Roma'ya Son Yolculuk - Bruno (4)

Resim
1582 yılı civarında Güney Avrupa’nın din otoritelerinde Bruno’nun ününün nasıl bir izlenim uyandırmış olduğunu kestirmek kolaydır. Tanrı denen daha büyük sonsuzluğa yer bırakmayan sonsuz bir evren hakkında yazmış, Genesis, Kilise ve hatta Aristo tarafından öğretilen Tanrı ve doğanın ayrı ve farklı kavramlar olduğunu kafasında canlandıramıştır. Meryem’in bekaretinin gizemini, çarmıha gerilişi, Pazar ayinlerini anlamsız kılan bir felsefeyi dile getirmiştir. O kadar naiftir ki, kafasında canlandırdıklarının gerçekte delilik olduğunu bilememiştir. Incil’i, sözcüğü sözcüğüne ancak cahillerin ciddiye alacağını, Kilise’nin yöntemlerininse, en hafif deyimle talihsiz olduğunu savunmuş ve bunun kendini savunma içgüdüsüyle cehaleti teşvik ettiğini ileri sürmüştür. Bruno şöyle yazar: “Herşey, ne kadar güvenilirse güvenilsin veya aşikar bulunursa bulunsun, dikkatlice düşünüldüğünde, bonkör ve saçma inançlardan birazcık daha az şüphelidir.” “Felsefi özgürlükler”, düşünme, hayal etme ve eğer seve

Siber Çatlaklar: İnternet, Bir Zamanlar

Resim
Şimdi çoktan dudaklarda bir tebessüm olarak kalmış (belki de değildir, kimbilir…), 2000 öncesi internetine bir dalalım istedik. Siber-çatlaklar (cyber-psycho) kimdi? Ravan Asteris onları şöyle tanımlamış (Haziran 1996): Bugün toplumumuzda, norma uygun olan delice görünüyor. Cağdaş bireyin göğüslemek zorunda kaldığı stres kaynakları başdöndürücü, ve bunların arasında en zor olanı çok sayıda ve çoğunlukla birbiriyle çelişen farklı ideolojilerin ve altkültürün standartlarına uyum sağlama baskısı. Medya, arkadaşlarımız, yasalar, bizi pek de uyamayacağımız biçimde davranmaya zorluyor. Yaşamımızın denetimi elimizden kayıyor. “Bilişim Çağı” ise üstümüze daha fazla bilgi, daha fazla talep boşaltıyor. Bir siber-çatlak kendi deliliğini kendisi seçer. Giderek karşılıklı bağımlı hale gelen dünyada bağımsızlık arayanlar çabalarının, kabul edilmiş normlara göre, çılgınca olduğunu farkediyor. Yine de bir siber-çatlak, kendi yoluyla, daha becerikli, daha işlevsel olur. “Deliliğini” (normal olma

Kadına Şiddet Arttı

Memleketin bütün rakamları artış gösteriyor. AA’ya göre şiddete maruz kalan kadın sayısı bir önceki yıla göre % 76 artmış, yetkilileri kutluyoruz. Bu rakam tabii yalnızca polise şikayet etme cüretini gösteren kadınların sayısını içeriyor. Haddini bilen, şikayet etmekten korkan (bu öldürülme veya toplum tarafından dışlanma korkusu ve hatta temizliğe alerji yüzünden olabilir) ve şiddet gören kadın sayısı ise tahmin edilemiyor. Emniyet Müdürlüğü Faaliyet Raporu ’nu özetlemek gerekirse: Toplam şiddet vakası: 72643 Cinayete kurban giden kadın sayısı: 842 Yaralanan kadın sayısı: 9317 Darp edilen kadın sayısı: 22884 Kaçırılan kadın sayısı: 5972 Tehdit edilen kadın sayısı: 9675 Aile içi şiddete maruz kalan kadın sayısı: 14989 Tecavüz edilen kadın sayısı: 1113 Irzına tasaddi edilen kadın sayısı: 872 Fuhuşa zorlanan kadın sayısı: 380 İntihar eden kadın sayısı: 466 İntihar girişiminde bulunan kadın sayısı: 5852 İşte gelişme buna denir!

Üniversite Fikri: Bu Yerin Özelliği (1)

“Halk uykudayken, Amerikan üniversiteleri kendilerini yeniden yaratmakla meşguldü. Yalnızca bir nesil sonra, alışılmış bilimsel etik - kabaca söylemek gerekirse, üniversitelerin asli görevinin bilginin ilerletilmesi ve yayılması olduğu - piyasa değerlerinin zamanında ve hemen yüceltilmesine feda edilmişti… Yok olmuştu… Bilim insanlarından oluşmuş bir topluluğu sürekli kılacak, zamanın geleneksel bilgisini özgürce sorgulayacak, o tepenin üstündeki entellektüel şehir ülküsü yitip gitmişti.” (Kirp 2000) “Yeni Üniversite” başlıklı makalesinde böyle diyordu California Univ. Berkeley’de kamu siyaseti profesörü olan David Kirp. Dinleyicinin ilgisini çekmek için biraz abarttığını iddia etseniz bile, Kirp’in günümüz akademik dünyasındaki eğilimi saptamış olduğunu inkar edemezsiniz. Toplumbilimci Robert Bellah, Amerikan düşüncesine egemen olmaya başlayan özgürlüğü piyasa ekonomisiyle bir tutma eğilimini Kirp’in söyledikleriyle ilişkilendirerek bu değişimi somutlaştırıyor. Bellah kurulan bu ba

İlkellik

İki gün önceki temizliğin imandan geldiği acı verici olaydan sonra bir şey devamlı beni rahatsız etti. Ne olduğunu şu ana dek bulamamıştım. Bugün buldum. Gerçek, bir yazının konu resmi olan kelebeğe bakarken bir anda kendini gösterdi. Kelebeklerin yaşam süresini düşündüm. Çoğunlukla 1-2 gün yaşayan bu canlılarla, ölen genç kadını karşılaştırdım. Acaba bir kelebek gibi dolu dolu yaşayabilmiş miydi? Sonra gözüm sağ üstte en çok okunanlar bölümüne takıldı: Exegesis, Exegesis, Exegesis… Artık emindim. Bu yaşananlarla, yazının ismi olan “yaşam” ve kelebek resmi o kadar birbirine zıttı ki. Exegesis ’te uyardığımız kavramların içinin boşaltılması tuzağına toplum olarak biz de düşmüştük. Her ölüm haberini yaşam kategorisinde veriyor (Ntvmsnbc’de haber için “güncel” kategorisi seçilmiş), sanki bilinçaltımızda bu olayı içselleştirip, yaşamın doğal bir parçası haline getiriyorduk. Sanki bu, basit bir trafik kazasıydı: üzücüydü fakat oluyordu. Sanki töre denilen illet sis gibi, fırtına gibi,

Temizlik İmandan Gelir

Bugün acımız büyük! NTVMSNBC’den öğrendiğimize göre artık genç kızları öldürmek namusu temizlemeye yetmiyor , karnındaki çocuğu da öldürmek gerekiyor. Baba Çakar temizlik alışkanlığı hakkında bizi şöyle aydınlatıyor: “Töremiz gereği bir eve gelinliği ile giden kız, kefeniyle çıkar. Ben de şerefimi kurtarmak için bu kararı aldım ve kız kardeşimin evinden aldığım Yasemin’i boş araziye götürerek öldürdüm. Yasemin’i öldürüp şerefimi kurtardım, pişman değilim”. Ortalığın temizlenmesinden sonra yapılan otopside bir buçuk aylık hamile olduğu anlaşılan genç kızın ailesinin sahip çıkmadığı cenaze ise kadın örgütleri tarafından toprağa veriliyor. Yaşasın temizlik! Yaşasın şeref! Kahrol Yasemin! O kadar kirlisin ki senden sabun bile olmaz.

Bilişim Ekonomisinde İnternet Siyaseti - blş01

Bilişim ekonomisi fikrinin kendisinin bile, genel kullanımdan ayrı tutulup paylaştırılacak yepyeni bir mülkiyet alanı ima ederek olumsuz etki yarattığı düşünülebilir. Bilişim terimi, aynı şekilde benzer oldukları için şeyleri birbiriyle ilişkilendiren bir kavram değildir. Yüzüstüne çıkardığı gibi de saklayabilen, açık ve sihirli bir terimdir. Bu kadar revaçta olduğu da dikkate alınırsa, halihazırda varolan bir gündeme hizmet ettiği iddia edilebilir. Hatta aynı derecede muğlak olan bilişim işçileri terimi bile bu çercevede ele alındığında analiz için yararlı olur, zira sorunları, ellerindeki verinin hacmi ve hatalarla dolu olduğu gözönüne alınırsa, bu insanları yönetsel gücün genişletilmesi bağlamında güçlü bir konumda tutmaz. Internet, küçük gruplar arasında iletişimi sağlayacak yollar yaratsa da, tartışma ve örgütlenme için gerekli ortamı sağlayamayabilir.[1] Mülkiyetin, güç ve değiştokuş sistemlerinden doğan tartışmalı bir hayal olduğu iddia edilmiştir. Başlangıçta internetin çoğun

Bilişim Ekonomisi - Blş00

İnternet ve genelde bilişim teknolojisi, ne içine gömülü olduğu toplumsal dünyadan ayrıdır, ne de onu tam olarak belirler. Ama düzeltmeye ve şiddetlenmeye izin verebileceği gibi yıkımlara da yol açabilir. Bu makale bilişim ekonomisinin sorun ve çelişkileriyle mülkiyet rejimini, hacker etiği ve açık kaynak yazılımıyla ilgili konuları, demokratik bir siyasetin gelişmesinde internetin rolüyle ilgili beklentilerden bazılarını tartışmaya açacaktır. Kaynak: Fibreculture, Jon Marshall, Teknoloji Üniversitesi, Sidney. Bilişim Ekonomisi blş01 - blş02 - blş03 - blş04 - blş05 - blş06 - blş07 - blş08 - blş09 - blş10 - blş11 - blş12 - blş13 - blş14 - blş15 .

Ürkenler İçin

Küresel Üstünlük Grubu (3) ve ardından 4. bölümü okuyanlardan bazıları korkmuş veya dehşete düşmüş olabilir. Gerçekten de dünyanın geleceği bu kadar fütursuz olabilen bir zihniyet iktidardayken pek de parlak gözükmüyor. Onun için bu açıklamayı yapmakta ve kısa bir anımı aktarmakta fayda var.Universitede Sovyet siyaseti dersini veren hocamız Amerika’lıydı (Henüz Sovyetler Birliği yıkılmamıştı.). Kılı kırk yararcasına bütün Komünist Parti yönetimini incelemişti ve bunu herhangi bir nefret veya korku olmaksızın derste anlatırdı. Ortalama bir Amerikan vatandaşının -üniversite hocası olsa bile -, doğru veya yanlış, Sovyetler Birliği’ni “şeytani imparatorluk” olarak gördüğünü düşünürsek bu hayli ilginçti. İlginçti çünkü, bazı Sovyet siyasetçilerden bahsederken bazen onlara sevgi duyduğunu göstermekten de çekinmezdi. Yine ilginçti çünkü kendisi de Sovyetler’i şeytan imparatorluğu olarak görürdü. Bunu bir gün kendisine sordum: nasıl yapıyordu, düşman hatta şeytan olarak gördüğü bir siyasi