Kayıtlar

Haziran, 2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kadının Nesi Vardı, Nesi Kaldı?

Posta kutumuza bugün düşen bir habere göre Batman'da sekiz çocuklu bir kadın intihar etmiş (ntvmsnbc.com). Allah rahmet eylesin! Herkes rahmet okuyup unutacağı için bize de dürtmek kalıyor. Genelde bu bölge, özeldeyse bu şehirde, neden bilmiyoruz kadınlar biraz dengesiz oluyor ve ya ölüyor, ya da öldürülüyorlar. Ilahi bir güç bölgedeki kadın nüfusunun seyrelmesini istemiyorsa bunun bir sebebi olsa gerek. Eğer üniversitelerimizin ve hükümetin yapacak daha iyi bir şeyi yoksa, onları şu konularda araştırma yapmaya davet ediyoruz: Kadınlar eşlerini nasıl seçiyor? Neden sekiz çocuk yapılıyor? Batman kadını çocuğa mı hasret? Bir kadının ortalama kaç kocası var? Kadın bir şekilde dul kalırsa ne oluyor? Kadınlarda okuma yazma oranı ne? Kadınlarda istihdam oranı ne? Kadın boşanmak isterse ne oluyor? Kaç kadın Batman dışında bir ile gitmiş? Kadınlar en son ne zaman ve nerede tatil yapmış? Eğitim Bakanlığı’nin başarılı kız öğrencileri her yaz 15 günlüğüne turistik bir sahil kentim

Alternatif Tarih Kuramları

Yüzyılımızın bir özelliği de herhalde çok sayıda felaket ve alternatif tarih kuramı üretecek olması olacak. Bunda Nostradamus’un 1999 veya 2000 için öngördüğü felaketin gerçekleşmemesi - ya da ertelenmesi diyelim - kıyamet bekleyen birkaç tarikatın hayal kırıklığına uğramasının payı büyük. Gün geçmiyor ki yeni bir tarih/felaket kuramı ortaya atılmasın: Marduk, 2012′de dünyanın sonunun gelecek olması, güneşteki lekeler ve manyetik kutupların değişmesi vs. Bunlardan bir tanesini Türkçeye çevirerek çorbada benim de tuzum olsun istedim: Jno Cook’un “Satürn Kozmolojisi”. Yalnız Cook’un yazılarının diğerlerine göre küçük bir farkı var: dürüst olması, iddia ettiklerinin tek gerçek olduğunu söylememesi (yazar bir kaç varsayımdan yola çıkarak, bu varsayımlar ve verilerle bir kozmoloji oluşturmaya çalıştığını kendisi söylüyor), internette yayınlanıp, düzenli güncelleniyor olması (Cook, gelen eleştirileri ve yeni verileri ekleyerek, kozmolojisini daha tutarlı hale getirmeye çalışıyor), geleceği

Sielaff'ın Dersleri: Değerlendirmek

4. Göz’e düzenli uğrayanlar farketmişler ya da hissetmişlerdir. Bir taraftan ifade özgürlüğünü savunurken, ve internetin bunu nasıl değiştirdiğini anlatırken, diğer taraftan tefsir, sözcükleri ve kavramları yerli yerine oturtma, söylenilen, anlatılan veya yazılan şeylerin ne derece sağlam ve/veya güvenilir olduğuna, gerçekte neyi anlatmak istediğine çok önem veriyoruz. Bu bağlamda, işte size ünlü tarihçi Sielaff’tan elinizdeki metinleri değerlendirme veya tartmanın esasları; Fravia 'dan naklen: Oturmuş bekliyorduk; Ocak ayı, Berlin, çok soğuktu. Ama orada bulunmamızın nedeni de buydu: Sielaff, bütün siyasi olumsuzluklara rağmen, ders vermeye devam ediyordu. Ve geldi; klasik 15 dakikalık “akademik gecikmesiyle” beraber. Sol elinde an az bir düzine kitap tuttuğu için, bir tarafına yatmış yürüyordu. Bize hiç bakmadan, masasına oturdu ve kitaplarını masaya koydu. Sizi uyarmak istiyorum; bu, o günlerde Avrupa erken ortaçağ tarihçileri arasında en elüstünde tutulan dersti, dolayısıyl

Russel - Serçe

Tutun ki gezegenimize makul bir uzaklıkta yaşanabilir bir gezegen keşfettik. Radyo teleskoplarımız da orada bize göre biraz daha az gelişmiş canlıların olduğunu gösterdi ve bir ilk temas heyeti göndermek istiyoruz. Şimdi hepiniz Birleşmiş Milletler, AB, ABD, Rusya, Cin ve diğerlerinin gidecek heyeti belirlemek için bütün ağırlıklarını koyacaklarını, kavga edeceklerini varsayabilirsiniz. Haklısınız da. Ama Russel, bu kavga olurken, sessiz ve derinden, başkalarının da buraya ilk olarak gitmek isteyebileceklerini düşünmüş: Misyonerler. Evet, bütün dünya birbirini yerken, Kilise bu yeni dünyayı inanca davet etmek için gizli bir proje yapıp bu gezegene doğru yola çıkıyor. Cizvit papazlarından oluşan bu heyeti ve bir dünya dinini bakalım bu yeni canlılar nasıl karşılayacak. Serçe bir bilim kurgu romanı ama ışın kılıçları, yıldız savaşları, kuantum sıçramaları vs bekleyenler boşuna okumasın.

Olası Siyasi Eylem Planımız Nedir?

Bazen zamanlamam tesadüfen de olsa doğru oluyor. Aslında Küresel Ustünlük Grubu [4. Goz-makaleler] başlıklı makaleler dizisini son günlerde basında sıkça yeralan [ntvmsnbc.com] haberler üzerine yazmaya başlamıştım. Konu arkadaşlarla bu akşam tartışma gündemimize bambaşka bir sebepten dolayı girdi. Hudson Institute, olası Amerikan eylemlerini planlamak için Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesini konu alan bir senaryo düzenlemiş ve bunun gerçekçi olabilmesi için iki önkoşul varsaymış: Eski (bu tarih itibarıyla emekli oluyor) Anayasa Başkanının yaşamını yitirmesi; Beyoğlu semtinde kanlı bir eylemin olması. Doğrusunu isterseniz, gerek basınımızın, gerekse bazı hükümet yetkililerinin bu olayı algılayış biçimleri beni umutsuzluğa düşürdü. Amerika’ya kızanlar, küfür edenler, vatana ihanet iddiaları, vs gırla gidiyor. Bunca yıllık, hatta yüzyıllık devlet tecrübemiz olduğu savlanırken hala burnumuzun bir adım ucunu göremiyor olmamız üzücü, çünkü: Enstitünün görevi zaten senaryolar üretmek ve

Gurbet Yılları - Bruno (3)

Resim
Bruno Fransa’yı terk etme vaktinin geldiğini hissedince yeni bir izleyici kitlesi bulmak için Ingiltere’ye gider. Ancak Oxford’da akademisyenlerle ilişki kurmayı başaramaz. Oxford, zamanın diğer üniversiteleri gibi Aristo’nun otoritesi altındadır. Aristo’nun ortaçağı nasıl tahakküme aldığı hakkında çok şey yazılmıştır. Sorun, Aristo’nun yöntemleri veya parlak zekasından çok Aristo’nun otoritesidir. Bir şeye inanılmalıdır çünkü Aristo öyle söylemiştir. Bilimin ortaya çıkardığı yeni bulgularla bariz bir çelişki içindeyken, sırf Aristo söyledi diye iddialarını insanların kafasına zorla sokmaya çalışmaya itiraz etmek Bruno’nun söyleminin bir parçasıdır. “Ash Wednesday Supper” (Ash’te Carşamba günkü akşam yemeği) adlı eserinde, Bruno Copernic’in doktrinini yayar. Aristo’nun öğretilerine ters düştüğü için insanların gülerek dalga geçtiği yeni bir astronomi önerilmektedir. Bruno kavgacı bir ruh haliyle içten bir propaganda yürütür. 1582-1592 yılları arasında Giordano Bruno dışında, Avrupa

Ben Fakir Olamam ki!

Esenler’de iki odalı dairemizde annem ve dört kardeşimle yaşıyorum, Taco Bell’de çalışıyorum ve arabam yok diye bazı cahil tipler param olmadığını sanabilir. Fakat 300 liralık Fubu montum ve 140 liralık Tommy Hilfiger sweatshirtümden de kolaylıkla anlayacağınız gibi ben fakir olamam ki! Giydiğim, hepsi de marka üst-baş çok pahalıdır. Bu Karl Kani kotu görüyor musunuz? 120 lira. Fakir olsaydım bu kadar parayı bir adet kota harcayabilir miydim? Tabii ki hayır. Fakir olsaydım, sağ arka cebine işlenmiş küçük bir Karl Kani logosundan başka alelade 15 liralık bir kottan hiç bir farkı olmayan bu pantalon için 120 lira verebilir miydim? Bu benim gibi hali vakti yerinde birisi için önemsenecek bir miktar değil; zaten para nedir ki? Doğru, Taco Bell’de asgari ücretle çalışıyorum, ama bu tek gelir kaynağım olamaz, değil mi? Eğer olsaydı, ne diye bu Nautica süvetere ve Timberlands ayakkabılara bu kadar para harcayayım? Bu yalnızca süveter için 40 saat ayakta çalupa servisi yapmam demek; bu da

Tefsir ve Tartışma

Gerek tefsir ( exegesis ) gerekse Schopenhauer’in 38 yol makaleleri ister istemez bu teknikleri neden kullanmıyoruz sorusunu aklıma getiriyor. Söyle düşünelim: her gün yüzlerce demeç, bilgi ve belge bombardımani altında yaşıyoruz ve çoğunlukla bunları üstünkörü okuyor ve daha da önemlisi öylesine algılıyoruz. Bu algılar, çocukluktan başlayarak, yaşamımızı, düşünce biçimimizi, seçimlerimizi (perdelik kumaştan eş seçimine dek), nasıl ve kime oy verdiğimizi, neye veya kime inandığımızı etkiliyor ve belirleyici bir rol oynuyor. Acaba, biz gerçekten biz miyiz? Ne kadar biziz? Ne kadarımız kendi seçimlerimizi özgürce yaptık? Ya da neleri özgürce seçtiğimizi sanıyoruz? Ozgür seçim, gerçekten mümkün mü? Ozgür olabilir miyiz? Bence bu soruların yanıtını, biraz çizgi dışına çıkıp, bize öğretilenleri yeni baştan tefsir ederek, sorgulayarak, kısmen de olsa bulmak olası. Gerci exegesiste bir ev ödevi verilmişti ama ülkemizdeki eğitim sisteminin bir koşullandırmasi olsa gerek, kimsenin bunu yap

Schopenhauer'den Tavsiyeler - 38 Yol (2)

Schopenhauer'in "haybeye" tartışanlar için hazırladığı 38 püf noktasının kalanlarını da bu yazıda sunuyoruz. Hitabet (retorik) sanatıyla ilgili bir kaç yazıyı daha ileride çevireceğiz. 20. Rakibiniz önermelerinizin çoğunu onaylamıssa, artık nihai savınızı ondan doğrudan kabul etmesini istemeyin. Onermeyi sanki o da kabul etmiş gibi siz açıklayın. 21. Rakibiniz bir batıl inancı önerme olarak kullanmışsa siz de yanlışlığını görüyorsanız, önermesini bu batıl inancı göstererek yıkabilirsiniz. Ama onun yerine siz de en az onun ki kadar boş inanca dayalı bir karşı önerme kurmak daha iyi bir yöntemdir, çünkü amacınız gerçeğe ulaşmak değil, yalnızca kazanmaktır. Örnek: Örneğin rakibiniz önyargıya veya duygusallığa saparsa, ya da size kişisel olarak saldırırsa, siz de aynısını yapın. 22. Eğer sizden bir şeyi kabul etmeniz istenirse ve ardından uzlaşamadığınız konu gelecekse, kabul etmeyi reddedin; bunu tartışmalı veya yoruma açık bir konu olduğunu, bundan önce şu, bu soru

Şirketler Sansürle Başa Çıkabilir mi?

İnternet ve sansür olayında bence şirketlere biraz haksızlık yapılıyor gibi. Unutulmaması gereken nokta, kapitalist düzende şirketlerin önceliğinin kar etmek olduğudur. Fiili sansür uygulayan Çin, Suudi Arabistan vb anti demokratik ülkeleri hariç tuttuğumuzda, demokrasiyle yönetilen ulkelerde (buna Türkiye’yi de katıyoruz), birbiri ardına sansürcü yasalar çıkarılırken çoğu şirket aslında bıçak sırtında yürümektedir. Nihayetinde özgürlüklerin uzun vadede kendi çıkarlarına olduğunu bilseler bile, kısa vadede hükümetlere boyun eğmek (onlarla çatışmamak), karlılığı garantilemenin önemli bir şartıdır. Bunu bozacak olan da tüketici olarak bizleriz. Eğer biz sansür karşıtı ürünler talep eder, sansüre karşı çıkarsak, şirketler de talebi izleyecek ve kısa vadeli çıkarları da uzun vadeli çıkarlarıyla uyumlu hale gelecektir. Buna örnek olarak son zamanlarda bir çok şirketin çevre bilincinin artmasını gösterebiliriz. Genellikle çevre dostu politikalar bu şirketlere ek maliyet ve külfet gerektirm

Tartışmadan ÜstÜn Çıkmanın 38 Yolu (1)

Schopenhauer’in "İhtilaf Sanatı" adlı kitabından küçük bir bölümü çerez niyetine sunuyoruz. Tartışmaktan korkmadığımız için sizi bilgiyle donatmaya karar verdik. Bakalım bizimle başa çıkabilecek misiniz? 1. Rakibinizin savını doğal sınırlarının dışına taşıyın; abartın. Rakibinizin savı ne kadar çok genelleşirse, sava karşı o kadar fazla itiraz bulabilirsiniz. Kendi savlarınız da ne kadar sınırlı ve dar olursa, onları savunmanız da o denli kolay olacaktır. 2. Rakibinizin savını çürütmek için, sözcüklerinin farklı anlamlarını kullanın. Örnek: A şöyle der, "Kant’ın felsefesinin gizemlerini anlamıyorsun." B yanıtlar, "Eger gizemlerden konuşacaksak, onlarla hiç işim olmaz." 3. Belirli bir şeyle ilişki kurmak için söylenmişse, rakibinizin savını dikkate almayın. Onu tamamen farklı bir şekilde anlayıp, sonra çürütün. Ileri sürülenden farklı bir şeye saldırın. 4. Nereye varmayı amaçladığınızı, son ana dek rakibinizden saklayın. Öncüllerinizi (önerme

Küresel ve Yerel

Yerel basının okunarak desteklenmesini söylediğimizde bir şeyi vurgulamadığımızı farkettim. O da bakkal Ahmet Amca’nın dükkanını taşıması veya butikçi Canan’ın koleksiyonunu yenilemesinin en az Paris Hilton’un hapiste giyeceği turuncu mahkum elbisesi kadar önemli, hatta ondan daha sıcak ve daha yakın olabileceğiydi. En az uluslararasi haberler kadar bizi gülümsetebilir, kızdırabilir veya öğretebilirdi. Sonuçta biri ötekiydi ve başka yerdeydi, diğeri ise bizdik, bizdendi, bizimdi ve o kadar uzakta da değildi. Başkalarının yaşamının bazen çok ilgi çekici veya önemli olabileceğinin farkındayim ama hiç kuşkum yok ki istersek biz de, bizim insanlarımızın, her nerede ve kim olursa olsun, ilginç veya önemli veya ne derseniz, özelliğini ararsak buluruz. Yerel basının içimizdeki gizli kalmış, silik kalmaya şartlandırılmış, hatta tevazunun arkasına gizlenmiş bizi ortaya çıkaracağını ve bizi şaşırtacağını düşünüyorum.

Exegesis

Kökü Yunanca “dışarı çıkarmak”tan gelen exegesis, konusunda önde gelen metinleri, özellikle kutsal olanları, Incil, Kur’an, Talmud, vb gibi, yoğun ve eleştirel bir şekilde yorumlamak anlamına geliyor (Bakın: meal ve tefsir). Felsefi ve hukuki metinleri açıklama, tarif veya izah etmekte de kullanılıyor. 4. Göz’de biz bu tekniği, propagandayı etkisizleştirip gerçeğe ulaşmak için kullanacağız. Görsel ve işitsel iletişim araçlarının icat edilmesiyle birlikte, siyasetçiler, reklamcılar, hükümetler ve şirketler (özellikle çok uluslu olanlar) yepyeni bir olguyu keşfetmekte gecikmediler. Artık metin veya yazı yoktu ve kitlelere aktarılan mesajların exegesis yoluyla, yani yoğun ve eleştirel şekilde yorumlanması zorlaşacaktı. Bir televizyon ekranının karşısına oturmuş insana, çok kısa sürede, gerek bilincine, gerekse bilinçaltina, seyredeni belirli bir şekilde düşündürecek, davrandıracak, onaylatacak veya reddettirecek, keza satın aldıracak, hatta olanı attırıp, daha yenisini aldıracak mesajla

Herkese Basın Özgürlüğü

John Walker’ın Digital Imprimatur makalesinde belirttiğim gibi, makalenin bütünlüğünü bozmamak için, bazı noktalar hakkındaki düşüncelerimi burada açmaya, açıklamaya çalışacağım. İnternet öncesi, vatandaşın fikrini kahve köşeleri dışında açıklama, yayma şansı olmadığından, basının özgürce bulduklarını, araştırdıklarını yazabilmesi için basın mensuplarına bazı ayrıcalıklar tanınmıştı. Burada ayrıcalık sözcüğüne özellikle vurgu yapmak istiyorum: Yani, sizin ve benim, düşüncelerimizi yayarken bu korumaya sahip olmamamız yönetici sınıflar için önemliydi. Kısıtlı sayıda insana tanınan bu sözde ayrıcalık, bu olguyu büyük bir demokratik hak gibi gösterirken, asıl amacı gizliyordu. Diğer bir deyişle, ayrıcalığın kısıtlı olması, denetimine de olanak sağlıyordu. Sizinse fikirlerinizi yaymanız çok da tehlikeli değildi, zira yönetici sınıfların tek yapması gereken sizi umursamamak, hatta, bakın ne güzel, her istediğinizi söyleyebiliyorsunuz demekti; zira umursanmamaniz, söylediklerinizin olabil