Sielaff'ın Dersleri: Değerlendirmek

4. Göz’e düzenli uğrayanlar farketmişler ya da hissetmişlerdir. Bir taraftan ifade özgürlüğünü savunurken, ve internetin bunu nasıl değiştirdiğini anlatırken, diğer taraftan tefsir, sözcükleri ve kavramları yerli yerine oturtma, söylenilen, anlatılan veya yazılan şeylerin ne derece sağlam ve/veya güvenilir olduğuna, gerçekte neyi anlatmak istediğine çok önem veriyoruz. Bu bağlamda, işte size ünlü tarihçi Sielaff’tan elinizdeki metinleri değerlendirme veya tartmanın esasları; Fravia'dan naklen:

Oturmuş bekliyorduk; Ocak ayı, Berlin, çok soğuktu. Ama orada bulunmamızın nedeni de buydu: Sielaff, bütün siyasi olumsuzluklara rağmen, ders vermeye devam ediyordu.

Ve geldi; klasik 15 dakikalık “akademik gecikmesiyle” beraber. Sol elinde an az bir düzine kitap tuttuğu için, bir tarafına yatmış yürüyordu. Bize hiç bakmadan, masasına oturdu ve kitaplarını masaya koydu. Sizi uyarmak istiyorum; bu, o günlerde Avrupa erken ortaçağ tarihçileri arasında en elüstünde tutulan dersti, dolayısıyla ne kadar sessiz ve pür dikkat olduğumuzu hayal edebilirsiniz.

Hala bize bakmamıştı. “Bu kitapların,” diye başladı, “hepsi de aşağı yukarı aynı konuyla ilgili: Danimarka ortaçağ tarihi. Ama konuyu boşverin, aslında konu tamamiyle farklı bile olsa yine de en ufak bir önemi olmayacaktı. Asıl konu, her çeşit kitabı satın almadan veya okumadan önce değerlendirmeyi öğrenmenizdir (okuduktan sonra da önemlidir, ama bu bariz başka yetenekler gerektirir).”

Sielaff şimdi biz dinleyicilerine keskince baktı ve “Sanırım biliyorsunuz, etrafımızdaki bir sürü kitap… ve verinin hiçbir faydası yok, değil mi?”

Diğerlerini bilemem, ama bu benim için beklenmedik olmuştu: Biraz safça olacak belki, fakat basılmış, yayınlanmış herşeyin bir şekilde, hep bir değeri olduğunu düşünmüştüm.

“Bu kitabın…” diye Sielaff devam etti, “başlığı, günün konusuna uygun olarak Ortaçağda Danimarka Tarihi…” Bize bakıp duraksadı, “…Ne yazık ki, yazar, kendisinin de giriş bölümünde belirttiği gibi, Danca bilmiyor. Dolayısıyla…” Kitabı aniden masanın uzak köşesine tiksintiyle fırlattı.

Dille ilişkili bir şey hakkında, eğer o dili bilmiyorsanız, yazamazsınız. Barizdir, ama çoğunlukla gözden kaçar.

“Öte yandan bu kitap…” kitap yığınının arasından bir başkasını çekerek devam etti; “başlığı ‘500-1200 Yılları arasında Danimarka’, gerçekten de Danca bilen bir yazar tarafından yazılmış. Ne yazık ki (onun için yazık, bizler gibi kitabı kapağından değerlendirmek isteyenler içinse bir lütuf), aynı yazar, bu kitaptan önce, ‘Kaktüsler ve Diğer Cöl Bitkileri’ isimli kitabı, ‘Ev ve Kazanç için Akvaryum Teknikleri’ isimli kitabından hemen sonra yazmış.” Ve kitap masanın uzak köşesine doğru olan yolculuğuna başladı.

Birbiriyle ilişkisiz şeyler hakkında, hepsinden anlıyormuş gibi yaparak, yazamazsınız. Barizdir, ama çoğunlukla gözden kaçar.

“Eminim ki anlamaya başlamışsınızdır” diyerek, “ama devam edelim, çünkü daha öğreneceğiniz çok şey var…” masadakı yığından bir kitap daha seçti. “Bu, gerçekten de Danca bilen, daha önce Danimarka ortaçağ tarihi hakkında çalışmış ve konusunda bilgili olarak tanınan birisi tarafından yazılmış.” Biraz durup, sonra da kitabı masanın çöp kısmına fırlattı. “Şimdi söyleyeceğimden hoşlanmayacağınızı biliyorum, ama yine de bu çok önemli: Yazar kitabı yazdığında yalnızca otuz yaşındaymış! Korkarım bunu şimdi kavrayamayacaksınız, ama bana inanın: Eğer birisinin yazdığı konuyu iyi bildiğinden emin olmak istiyorsanız - bu, özellikle ortaçağ tarihi gibi karmaşık bir konuysa - yazar, elli yaşına gelene dek bekleyin.

Tek ve belirli bir konuya yeterli zamanı ayırmamış birisine güvenemezsiniz. Barizdir, ama çoğunlukla gözden kaçar.

“Görüyorsunuz…” diye devam etti, Sielaff. “…önceki yazarın konusunda uzun süre çalışmış olması, kariyerinin sonuna doğru yazdığı/yazmış olacağı eserler için geçerlidir. Bu, başında yazmış oldukları için bir garanti yaratmaz. Şimdi şuna bir göz atalım: ‘Ortaçağ Danimarkası Hakkında’, konusunda uzman olan, Danca bilen, ve yazdığında elli yaşında olan birisi tarafından yazılmış. Makale üniversitenin aylık dergisinde, Kasım 1982′de yayınlanmış…” Bunu bir sessizlik izledi; tahmin etmeye çalışıyorduk. “Peki, tekrar edeyim: aylık bir dergide, Kasım ayında…” Sessizlik sürüyordu; ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Sielaff, “Tamam, henüz bilmiyorsunuz fakat bir an önce öğrenmenizde fayda var. Aylık yayınlar aldatıcı olabilir, özellikle üniversite yayınları. Yaşamak için yıl be yıl 12 sayı çıkarmaları gereklidir, aksi takdirde önümüzdeki yıl için kamudan ödenek alamazlar. Nitelik ciddi biçimde sayıdan sayıya değişebilir. Ilk beş veya altı sayıda sağlam ve ilginç şeyler bulsanız da, aynı kalitede 12 sayı çıkarmak zordur ve dönemin sonuna doğru şişirme olasılığı artar. Dolayısıyla sevgili öğrencilerim, Eylül’den sonra yayınlanan herşeye şüpheyle yaklaşmalısınız. Bu aydan sonrakilerin kötü olacağını söylemiyorum, yalnızca iyi bir şeyler bulma olasılığınızın azalacağını söylüyorum.”

Yayınlanan her eserin arkasındaki ekonomik çıkarı gözönünde bulundurmalısınız. Bunu aslında herşey için yapın.

“Ve şimdi bugünün gerçek özüne yaklaşıyoruz.” Sielaff esnedi; “İşte bir kitap daha: Ortaçağda Danimarka’nın tarihi.” ve yığının arasından bir başka kitabı kaldırıp bize doğru tuttu. “Eser, konusunda uzman olan, yaşamının sonuna doğru, aynı konuda yazmış olduğu değişik makaleleri temel almış biri tarafından yazılmış. Tanınmış bir Danimarkalı yayınevi tarafından basılıp, Almanca, Ingilizce ve Fransızca’ya çevrilmiş…” Bir duraksama ve “…dipnotları yok, kitabın sonunda verilmişler.” Sielaff öksürdü ve üzgünce gülümsedi. “Bu, kitabın her aşamasında yazılanları yanlışlayabilmek yerine, sonuna dek yazarın yeniden inşa ettiği tarihe inanmamız gerektiği anlamına geliyor. Bu yüzden, kaynağınızın biçemi/şekli bile önemlidir. Lütfen unutmayın, söz konusu şekil, çoğunlukla tesadüfi DEĞİLDİR.”

Şekil, içerik kadar önemlidir. Kaynağınızın, kendisini sorgulamaya ne derece açık olarak size sunduğuna daima dikkat edin. Bazı yazarlar, o da eğer yaparlarsa, yalnız ikinci derece atıfları gösterirler. Diğerleriyse, farklı yorumlanabilecek bir ilk elden kaynağı size göstermemek için takla bile atarlar.

“Bugünün semineri neredeyse bitmek üzere.” Sielaff yığından geri kalan son kitabı aldı. “Bu, ‘Ortaçağda Danimarka’nın Kısa Bir Tarihi’ başlıklı kitap, konusunda uzmanlığı bilinen yazar tarafından 60 yaşındayken yazılmış, dipnotları var, kaynaklar gösterilmiş. Iyi bir kitap için gereken her özelliğe sahip.” Sielaff kitabı açıp kokladı: “Hatta iyi kokuyor.” Sielaff başını geriye attı. “Yine de kesinlikle savlarına güvenmemelisiniz. Kaynaklarını bir de siz kontrol edin; yazarın gerçeklerini ve keşiflerini yanlışlamaya çalışın.” Sielaff’in elleri havada bir daire çizdi: “Yalnızca sözcükler, unutmayın bunlar yalnızca sözcük. Kitaplar, bilgi, sözlerden oluşmuş bir örümcek ağı. Gerisindeyse, çoğunlukla bir hiç. Kuramlarla örülmüş bir ağdir bilim dediğimiz. Onu dağıtmak da size kalmış.”

Sielaff’ın bakışları sanki bizi delip geçti. “Tekrar ve tekrar içinden geçmek zorunda kalacağınız bu sahte bilginin karanlık ormanlarında, tek silahınız eleştirel akıldır. Yalnızca eleştirel akıl. Onun körelmesine asla izin vermeyin.” Sielaff kitabı koyup nazikçe kapattı, ve çıkıp gitti.

Yalnızca güvenilir gibi gözüktüğü için kaynaklarınıza asla güvenmeyin. Sahte bilgi ormanlarındaki tek silahınız, eleştirel aklınızdır. Onun körelmesine asla izin vermeyin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Papağan Totemi

Gezegen Simgeleri

Tanrıça Asteria