Humboldt'a Göre Üniversite - Üniversite (3)
İlk tezim şu: Bu üniversiteyi diğerlerinden ayıran şey, onun, ABD’deki Üniversite Hareketi zirvedeyken doğmuş olması. İyi bilindiği üzere, 1880′lerden önceki tüm Amerikan üniversiteleri aslında bakanlıklarla hukuk ve tıp alanlarına yeni personel yetiştirmek üzere tasarlanmış liberal eğitim kolejlerinden doğmuştu.(*) Üniversite Hareketi diye adlandırdığım şey 19. yy. Almanyası benzeri araştırma üniversitelerinin Amerikan topraklarında filizlenmesi vizyonunu izlemişti. Hareket, ilhamını İç Savaşı izleyen yıllarda Amerikan akademisyenlerinin Almanya’ya yaptıkları yüzlerce ziyaret sonucu edinmişti. John Hopkins Üniversitesi’nin 1876 yılında araştırma enstitüsü olarak kurulması buna öncülük etmiş, ve onu izleyen yıllarda Stanford ve University of Southern California’daki benzer çabalarla büyümüştü.
Nasıl modern devlet fikri Bonapart sonrası Prusya’ya Dünyanın Ruhu’ndan düşmemişse, tabii ki Araştırma Üniversitesi Fikri de cennetten Hyde Park’a öylesine inmemişti. New Yorklu Baptist bir kapitalistle kaynak ve destak sağlayan bir grup genç, kültürlü Chicagolu grup ve azimli bir akademisyenin çabaları bunu sağlamıştı. Ama Chicago’da, diğerlerinden farklı olarak kurucu başkanın hayaline, Edward Shils’in çok doğru olarak dediği gibi “Humboldtçu Üniversite” düşüncesi şekil vermişti.
Shils’in bize hatırlattığı gibi, 1810′da Berlin Üniversitesi’nin kuruluşuna esin kaynağı olan Wilhelm von Humboldt’un memorandumu üç bçimlendirici ilkenin esas olduğu bir üniversite öngörmüştü: araştırma ve öğretimin birarada olması, öğretimin özgürlüğü, ve akademik özerklik. Birinci ilke, araştırma ve öğretimin bir arada olması, araştırmanın özel akademisyenlerce veya ayrı enstitülerde yapılmasının genç beyinlerce de paylaşılmasını sağlamak içindi. İkinci ilke, Freiheit der Lehre und des Lernens, profesörlerin gerek çalışmaları, gerekse akılcı bir çerçevede vardıkları sonuçları öğretmekte özgür oldukları anlamına geliyordu. Akademik özerklikse, memosunda ima edilmiş olsa da Humboldt’un vizyonunda giderek daha belirgin olacak akademik çalışmanın hükümetlerce tahrifinin önlenmesine yönelikti.
William Rainey Harper bu vizyonla Chicago’ya vardı ve bağımsız bir araştırma üniversitesi kurmaya çabaladı. Harper’in araştırma heyecanı, atamış olduğu, Chıcago’yu dünyanın bir numaraları araştırma üniversitesi yapmaya istekli fakülte üyelerince de paylaşıldı.[1] Chicago, gerçeği arama çabasında mükemmelliği yücelten bilinçli bir camia olarak biçimlendi.
Bu misyonun bilinciyle adeta taşmak Chicagolulara hedefleri, kamramlari ve disiplinli araştırma için gereken yöntemlerini aşırı bir yoğunlukla düşünme olanağı verdi. Bu yoğunluğun bir örneği “farklı” düşünce okullarıdır. Milton Friedman’nin bir zamanlar dediği gibi:
Kuruluşundan beri bu böyledir. Üniversiteyi kuran kuşağın çağdaşı Harvardlı filozof William James, tarihçi Darnell Rucker’in tarifiyle Chicago’nun nasıl bu kadar çabuk Amerikan felsefe okulu yaratabilmesine çok şaşırmıştır (Rucker, 1969, vi). John Dewey’in 1903 tarihli seminer makalelerini okuduktan sonra James şunları söylemiştir:
Bilim tarihçileri, biyolojinin Chicago’daki ilk yıllarını benzer şekilde anlatıyorlar (Pauly 1987; Maienschein 1991.) Ve İlahiyat okulu gene, iki farklı dönemde, Chicago Okulları da denen iki okul daha yarattı: gospel, pragmatizm ve toplumsal tarihi kaynaştıran erken dönem ve daha sonra Whitehead’in süreç felsefesinden esinlenen parlak bir teolojik çalışma.
Chicago okullarının etkileri o derece derin olmuştur ki akademisyenler hala onlardan bahsetmeye devam etmektedir. Chicago edebi eleştiri okulu (Okul, bu kısımlarda ekol anlamında kullanılıyor, daha önce belirtmeyi unuttum; SG.) çıkışını 1930′larda yapmış olmasına rağmen, zamanımızın edebi entellektüelleri için bir rererans noktası olmaya devam ediyor. Chicago Toplumbilim Okulu 1920′lerde gelişti, ama son çeyrek yüzyılda hakkında yazılanların bibliyografisi düzinelerce; ve bunlardan bir tanesi şunu diyor: “Chicago toplumbilimi, aynı üniversitede yerleşik kuram ve araştırmayı teşvik eden ortaklaşa toplumbilimsel araştırmayı kurumsallaştırarak, mesleğe dünya çapında büyük katkıda bulunmuştur” (Bulmer 1984, xv). Yalnızca son birkaç yıl içinde, İngiltere, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve İsviçreli akademisyenler, Regenstein hakkında araştırma yapmışlar, bir disipline adını veren bu kurumla ilgili makaleler yayınlamışlardır.
Çalışmaları okullarla ilişkili olmasa da, Chicago bölümleri ve okullarının hep apayrı bir alameti farikası olmuştur. Toplum Hizmetleri İdaresi Okulu’nu kuran olağanüstü kadınlar toplumsal reform ruhuyla dolu inatçı toplumsal araştırmayı ilke edinerek, okulu farklı yapmışlardır. Fizik bölümümüz, en basit ve ekonomik araç ve tekniklerle, en optimal sonucu alan deneysel yöntemleri icat etmesiyle tanınmıştır. Bu, Albert Michelson’un işiğın doğasıyla ilgili araştırmaları ve bunun nasıl Maxwell’in elektromanyetik ve Einstein’ın görecelik kuramı çerçevesinde işlemesi çalışmaları için doğru olduğu gibi (Micheelson Üniversite’nin ilk Nobel Ödülü Adayıdır), Enrico Fermi ve onun Manhattan Projesi’ndeki genç çalışma arkadaşları, ya da buradaki laboratuvarı ülke çapında NASA deneyleri ve tasarımları yapabilen tek üniversite laboratuvarı olan John Simpson için de doğrudur.
(*) Ülkemizdeki üniversite hareketiyle paralellik kurabilecekler için hatırlatma: Bizdeki hareket de benzer şekilde devlete (bakanlıklara) eleman yetiştirmek için oldu (Mekteb-i Mülkiye) ama bir iki “küçük” fark vardı. Liberallik olmadığı gibi, eğitim de (askeri okullar dışında) yoktu. Eğer sözcüğün anlamını zorlarsak, “hareket” Cumhuriyet’le başlamıştır diyebiliriz (SG).
[1] Misyonlarına olan tutkuları yayınlarını kendi basımevlerince basmaya kadar vardı. Hatta, üniversite merkezi yönetimi yıllarca araştırma laboratuarının içindeydi.
Nasıl modern devlet fikri Bonapart sonrası Prusya’ya Dünyanın Ruhu’ndan düşmemişse, tabii ki Araştırma Üniversitesi Fikri de cennetten Hyde Park’a öylesine inmemişti. New Yorklu Baptist bir kapitalistle kaynak ve destak sağlayan bir grup genç, kültürlü Chicagolu grup ve azimli bir akademisyenin çabaları bunu sağlamıştı. Ama Chicago’da, diğerlerinden farklı olarak kurucu başkanın hayaline, Edward Shils’in çok doğru olarak dediği gibi “Humboldtçu Üniversite” düşüncesi şekil vermişti.
Shils’in bize hatırlattığı gibi, 1810′da Berlin Üniversitesi’nin kuruluşuna esin kaynağı olan Wilhelm von Humboldt’un memorandumu üç bçimlendirici ilkenin esas olduğu bir üniversite öngörmüştü: araştırma ve öğretimin birarada olması, öğretimin özgürlüğü, ve akademik özerklik. Birinci ilke, araştırma ve öğretimin bir arada olması, araştırmanın özel akademisyenlerce veya ayrı enstitülerde yapılmasının genç beyinlerce de paylaşılmasını sağlamak içindi. İkinci ilke, Freiheit der Lehre und des Lernens, profesörlerin gerek çalışmaları, gerekse akılcı bir çerçevede vardıkları sonuçları öğretmekte özgür oldukları anlamına geliyordu. Akademik özerklikse, memosunda ima edilmiş olsa da Humboldt’un vizyonunda giderek daha belirgin olacak akademik çalışmanın hükümetlerce tahrifinin önlenmesine yönelikti.
William Rainey Harper bu vizyonla Chicago’ya vardı ve bağımsız bir araştırma üniversitesi kurmaya çabaladı. Harper’in araştırma heyecanı, atamış olduğu, Chıcago’yu dünyanın bir numaraları araştırma üniversitesi yapmaya istekli fakülte üyelerince de paylaşıldı.[1] Chicago, gerçeği arama çabasında mükemmelliği yücelten bilinçli bir camia olarak biçimlendi.
Bu misyonun bilinciyle adeta taşmak Chicagolulara hedefleri, kamramlari ve disiplinli araştırma için gereken yöntemlerini aşırı bir yoğunlukla düşünme olanağı verdi. Bu yoğunluğun bir örneği “farklı” düşünce okullarıdır. Milton Friedman’nin bir zamanlar dediği gibi:
Dünyadaki birçok ekonomist için Chicago, bir şehir, hatta bir üniversite değil, bir okuldur. Terim bazen bir lakap, bazen övgü, ama daima bariz ama asla tek anlamlı olmayan bir şekilde kullanılır… Benim gözlemim … Chicago’nun okullar için özellikle bereketli bir toprak olduğudur. (UCR 1986.)
Kuruluşundan beri bu böyledir. Üniversiteyi kuran kuşağın çağdaşı Harvardlı filozof William James, tarihçi Darnell Rucker’in tarifiyle Chicago’nun nasıl bu kadar çabuk Amerikan felsefe okulu yaratabilmesine çok şaşırmıştır (Rucker, 1969, vi). John Dewey’in 1903 tarihli seminer makalelerini okuduktan sonra James şunları söylemiştir:
Chicago Üniversitesi, John Dewey’nin başkanlığında, 10 yıllık çalışmalarının meyvelerini geçtiğimiz altı ayda bizimle paylaştı. Sonuç harika - gerçek bir okul, gerçek düşünce. Üstelik önemli düşünce. Hiç böyle bir şehri ya da üniversiteyi duydunuz mu? Burada (Harvard) bizde, düşünce var fakat okul yok. Chicago’da ikisi de var.(3)
Bilim tarihçileri, biyolojinin Chicago’daki ilk yıllarını benzer şekilde anlatıyorlar (Pauly 1987; Maienschein 1991.) Ve İlahiyat okulu gene, iki farklı dönemde, Chicago Okulları da denen iki okul daha yarattı: gospel, pragmatizm ve toplumsal tarihi kaynaştıran erken dönem ve daha sonra Whitehead’in süreç felsefesinden esinlenen parlak bir teolojik çalışma.
Chicago okullarının etkileri o derece derin olmuştur ki akademisyenler hala onlardan bahsetmeye devam etmektedir. Chicago edebi eleştiri okulu (Okul, bu kısımlarda ekol anlamında kullanılıyor, daha önce belirtmeyi unuttum; SG.) çıkışını 1930′larda yapmış olmasına rağmen, zamanımızın edebi entellektüelleri için bir rererans noktası olmaya devam ediyor. Chicago Toplumbilim Okulu 1920′lerde gelişti, ama son çeyrek yüzyılda hakkında yazılanların bibliyografisi düzinelerce; ve bunlardan bir tanesi şunu diyor: “Chicago toplumbilimi, aynı üniversitede yerleşik kuram ve araştırmayı teşvik eden ortaklaşa toplumbilimsel araştırmayı kurumsallaştırarak, mesleğe dünya çapında büyük katkıda bulunmuştur” (Bulmer 1984, xv). Yalnızca son birkaç yıl içinde, İngiltere, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve İsviçreli akademisyenler, Regenstein hakkında araştırma yapmışlar, bir disipline adını veren bu kurumla ilgili makaleler yayınlamışlardır.
Çalışmaları okullarla ilişkili olmasa da, Chicago bölümleri ve okullarının hep apayrı bir alameti farikası olmuştur. Toplum Hizmetleri İdaresi Okulu’nu kuran olağanüstü kadınlar toplumsal reform ruhuyla dolu inatçı toplumsal araştırmayı ilke edinerek, okulu farklı yapmışlardır. Fizik bölümümüz, en basit ve ekonomik araç ve tekniklerle, en optimal sonucu alan deneysel yöntemleri icat etmesiyle tanınmıştır. Bu, Albert Michelson’un işiğın doğasıyla ilgili araştırmaları ve bunun nasıl Maxwell’in elektromanyetik ve Einstein’ın görecelik kuramı çerçevesinde işlemesi çalışmaları için doğru olduğu gibi (Micheelson Üniversite’nin ilk Nobel Ödülü Adayıdır), Enrico Fermi ve onun Manhattan Projesi’ndeki genç çalışma arkadaşları, ya da buradaki laboratuvarı ülke çapında NASA deneyleri ve tasarımları yapabilen tek üniversite laboratuvarı olan John Simpson için de doğrudur.
(*) Ülkemizdeki üniversite hareketiyle paralellik kurabilecekler için hatırlatma: Bizdeki hareket de benzer şekilde devlete (bakanlıklara) eleman yetiştirmek için oldu (Mekteb-i Mülkiye) ama bir iki “küçük” fark vardı. Liberallik olmadığı gibi, eğitim de (askeri okullar dışında) yoktu. Eğer sözcüğün anlamını zorlarsak, “hareket” Cumhuriyet’le başlamıştır diyebiliriz (SG).
[1] Misyonlarına olan tutkuları yayınlarını kendi basımevlerince basmaya kadar vardı. Hatta, üniversite merkezi yönetimi yıllarca araştırma laboratuarının içindeydi.
Yorumlar
Yorum Gönder