Giordano Bruno, Unutulan Filozof (1)
1548 yılında, Vesivius’a çok uzak olmayan Nola isimli küçük bir kentte, bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Evine, ömrünün büyük bir kısmını düşman ve yabancı ülkelerde geçirip, yaklaşık yirmi kitap yazdıktan sonra dönebilecekti.
Onüç yaşında St Dominico manastırında okula başladı. Manastır çok ünlüydü; Thomas Aquinas, kendisi de Dominikendi, orada yaşamış ve öğretmenlik yapmıştı. Bir kaç yıl içinde Bruno bir Dominiken rahibi olmuştu.Dominico manastırındaki rahiplerin yeni meslektaşlarındaki olağanüstü heyecanı anlamaları pek uzun sürmedi. Bruno, dürüsttü, konuşkandı ve sır saklamayı (yani ağzını tutmayı; a.) pek beceremiyordu ve başını kısa sürede belaya soktu. Görünen o ki bu genç Dominiken yaşam tarzına pek uyum sağlayamacaktı. Bir öğrencinin ilk öğrenmesi gereken şey öğretmene öğretmenin duymayı istediği yanıtları vermekti. Ortalama bir öğretmen eskinin koruyucusur, öğrencilerse onun seyircisi. Tezahürat edebilirler ama değiştiremezler. Calışmayı ve sabretmeyi öğrenmelidirler. Dolayısıyla, Bruno’yu sıkıntıya sokan tavrı değil fikirleri oldu.
Okulundan, doğduğu şehirden, ve memleketinden kaçıp evinde bulamadığı akılcı tutarlılığı için uygun dostane ortamı yabancılar arasında aradı. Bruno için hüzünlenmemek mümkün değil; önce vatansız sonra da kilisesiz kaldı.
Bruno fikirlerin doğası ile ilgiliydi. Terim o devirde henüz icat edilmese de, Bruno için ilk bilgi filozofu ve öncü bir anlambilimci yakıştırmasını yapmak pek de yanlış olmaz. Insan aklının yeniden değerlendirmesini yapıyordu.
Burada vurgulamamız gereken bir noktaysa, onaltıncı yüzyılın sonunda, ruhani bir dunyanın tahakkümüyle kuşatılmış bir insanın, çağının biliminin aydınlatmaya, açıklamaya başladığı dünyanın felsefi mütalaasını yapmasıdır. Bu özellikle ilginçtir çünkü bu tür değerlendirmeler bir daha ancak yirminci yüzyılda revaçta olacaktır. Bruno, felsefenin bilimden boşandığı yıllarda yaşamıştır. Hatta belki de bilimin felsefeyi boşadığı dönem demek daha doğrudur. Bilim adamları felsefeye zaman ayıramayacak kadar yeni oyuncaklarıyla meşguldur artık; teleskop, mikroskop, laboratuar gereçleri çağı başlamıştır.
2. Bölüm
Onüç yaşında St Dominico manastırında okula başladı. Manastır çok ünlüydü; Thomas Aquinas, kendisi de Dominikendi, orada yaşamış ve öğretmenlik yapmıştı. Bir kaç yıl içinde Bruno bir Dominiken rahibi olmuştu.Dominico manastırındaki rahiplerin yeni meslektaşlarındaki olağanüstü heyecanı anlamaları pek uzun sürmedi. Bruno, dürüsttü, konuşkandı ve sır saklamayı (yani ağzını tutmayı; a.) pek beceremiyordu ve başını kısa sürede belaya soktu. Görünen o ki bu genç Dominiken yaşam tarzına pek uyum sağlayamacaktı. Bir öğrencinin ilk öğrenmesi gereken şey öğretmene öğretmenin duymayı istediği yanıtları vermekti. Ortalama bir öğretmen eskinin koruyucusur, öğrencilerse onun seyircisi. Tezahürat edebilirler ama değiştiremezler. Calışmayı ve sabretmeyi öğrenmelidirler. Dolayısıyla, Bruno’yu sıkıntıya sokan tavrı değil fikirleri oldu.
Okulundan, doğduğu şehirden, ve memleketinden kaçıp evinde bulamadığı akılcı tutarlılığı için uygun dostane ortamı yabancılar arasında aradı. Bruno için hüzünlenmemek mümkün değil; önce vatansız sonra da kilisesiz kaldı.
Bruno fikirlerin doğası ile ilgiliydi. Terim o devirde henüz icat edilmese de, Bruno için ilk bilgi filozofu ve öncü bir anlambilimci yakıştırmasını yapmak pek de yanlış olmaz. Insan aklının yeniden değerlendirmesini yapıyordu.
Burada vurgulamamız gereken bir noktaysa, onaltıncı yüzyılın sonunda, ruhani bir dunyanın tahakkümüyle kuşatılmış bir insanın, çağının biliminin aydınlatmaya, açıklamaya başladığı dünyanın felsefi mütalaasını yapmasıdır. Bu özellikle ilginçtir çünkü bu tür değerlendirmeler bir daha ancak yirminci yüzyılda revaçta olacaktır. Bruno, felsefenin bilimden boşandığı yıllarda yaşamıştır. Hatta belki de bilimin felsefeyi boşadığı dönem demek daha doğrudur. Bilim adamları felsefeye zaman ayıramayacak kadar yeni oyuncaklarıyla meşguldur artık; teleskop, mikroskop, laboratuar gereçleri çağı başlamıştır.
2. Bölüm
Yorumlar
Yorum Gönder