Gökyüzünden Düşen Kadın
Çok uzun zaman önce insanlar yukarda göklerde, bugün cennet dediğimiz yerde yaşarlarmış ve şanlı şöhretli bir reisleri varmış. Bir gün, büyükreisin kızı hasta düşmüş. Halk bu hastalığın sonu ne olacak diye merak içindeymiş. Onu iyileştirmek için bilinen her türlü ilaç denenmiş ama hiçbiri çare olmamış.
Şefin kulübesinin yakınında her yıl mısır veren büyük bir ağaç varmış. Şefin dostlarından biri, rüyasında kızcağızın tedavi olabilmesi için işte bu ağacın yanına yatırılması ve ağacın dibinin kazılması gerektiğini görmüş ve bunu harfi harfine şefe anlatmış. Kız oraya yerleştirilip yerliler daha yeni çalışmaya başlamışlarken genç bir adam gelmiş. Kızarak, "Bu ağacı kesmeniz doğru değil. Hayatımızı onun meyveleriyle idame ettiriyoruz," demiş. Ardından ayağıyla kızı yeni kazılmış çukura itmiş.
Meğer o çukur o zamanlar tamamen sulardan oluşan ve sürüyle sukuşunun yüzdüğü bu dünyaya açılan bir delikmiş, henüz karalar yokmuş. Sukuşları kızı delikten düşerken görmüş ve vücutlarıyla kalkan olup son anda havada yakalamışlar. Yorulunca, içlerinden biri sormuş, "Kim bu kıza bakmak için gönüllü olacak?" Ve büyük kaplumbağa sırayı devralmış. O da yorulunca kimin almak istediğini sormuş. Bir kaç devir teslimden sonra nihayet kıza daimi bir yer bulunması gerektiği kafalarına dank etmiş. Bunun üzerine, onun gelecekte yaşayabileceği bir dünya hazırlanmasına karar verilmiş. Böylece denizlerin dibinden toprak çıkarılması ve kaplumbağanın sert kabuğu üzerine dökülmesi, ve daha sonra üreyecek her canlıya yetecek kadar bir saha oluşturulmasında anlaşılmış. Biraz tartışmanın ardından kurbağa toprak aramak için denizin dibine dalmaya ikna olmuş ve cesurca derinlerden toprak getirmeyi başarmış. Çıkarılan toprak dikkatlice kaplumbağanın kabuğuna sürülmüş ve hemen büyüyüp genişlemiş.
Hastalığı altedip artık genç bir kadın olan kız burada kendine bir sığınak yapmış ve oldukça mutlu bir şekilde yaşamaya başlamış. Bir zaman sonra dünyaya bir kız bebek getirmiş. Yavru hızla büyümüş ve zekası çabucak artmış.
Anne ve kızı genellikle yaban papatesi toplarlarmış. Annesi bunu yaparken daima yüzünü batıya dönmesini öğütlemiş kızına. Çok olmadan genç kız da yakında anne olacağının sinyallerini vermiş. Anne kızmış kızına; durumu kızın patates toplarken batıya değil, doğuya döndüğünün göstergesiymiş zira. Doğu rüzgarının insanın içine işleyip gebeliklere yol açtığı söylenir. Doğum vakti yaklaştığında karnındaki ikizlerin ilk önce çıkmak için tartıştıkları duyulmuş. Ayrıca biri koltukaltından, diğeri normal yoldan çıkmak istiyormuş. Hafif kızıla çalan rengiyle ilk doğana Othagwenda, Çakmaktaşı, açık tenli ikincisine Djuskaha, yani Küçük Tomurcuk adı verilmiş.
Büyükanne ikizlerden Djuskaha'yı çok sevmiş ama diğerinden nefret etmiş; ve Othagwenda'yı kulübeden uzakta oyuk bir ağacın içine terketmişler.
Evde kalan çocuk hızla serpilmiş ve kendi kendine ok ve yay yapıp civarda avlanabilir hale gelmiş. Bir gün, ava çıktıktan bir kaç gün sonra ok ve yayı olmaksızın eve dönmüş. Onları ne yaptığı sorulunca, oyuk bir ağaçta yaşayan bir çocuğa kullanması için verdiğini söylemiş. Büyükanne ağacın tam olarak nerede olduğunu sormuş ve ardından gidip çocuğu tekrar evine getirmişler.
Çocuklar erkek olduğunda, adalarının genişletilmesi gerektiği kararına varmışlar. Böylece çalışıp ormanlar, göller ve diğer şeyler yapmışlar. Sonra da anlaşmalarına uyarak ayrılmışlar; Othagwenda batıya, Djuskaha doğuya yönelmiş. Bazen geceleri buluşma noktalarına gelip birbirlerinin ne yaptığından bahsederlermiş. Önce batıya, Othagwenda'nın ne yaptığına bakmaya gitmişler; arazi taşlar ve düz çıkıntılarla doluymuş, bir de çok büyük bir sivrisinek varmış. Djuskaha sivrisineğe uçup uçmayacağını görmek için koşmasını söylemiş. Hayvan koşmuş ve gagasını körpe bir ağaca çarpıp düşmüş. Djuskaha, "Bu yanlış oldu, ileride birisini öldürürsün," diyerek onu avuçlarının arasında küçültmüş sonra da üflemiş ve sivrisinek uçarak uzaklaşmış. Kardeşinin yaptığı diğer hayvanlarda da bir iki değişiklik yapmış. Ertesi gün, doğuya, Djuskaha'nın bölgesine gitmişler ve onun yaptığı hayvanların şişmanlıktan güçlükle hareket ettiğini görmüşler; şekerden akçaağaçlardan şuruplar damlıyor, sikamorlar meyveyle dolup taşıyor, nehirlerin bir yanı aşağıya, diğer yanı yukarıya akıyormuş. Kardeşinin yaptıkları Othagwenda'nın hiç hoşuna gitmemiş; burada yaşam insanlar için çok zahmetsiz ve rahat olacakmış. Böylece bazı hayvanları şiddetle sallamış; ayı, geyik ve hindiler küçülmüş, akçaağaç yalnızca tatlı su vermiş, sikamorların meyvesini tatsız ve yararsız yapıp nehirlerin tek yöne akmasını sağlamış, çünkü ilk haliyle üzerinde seyahat çok kolay olacakmış.
Birbirlerinin yaptığını denetleme işi kardeşlerin şiddetli geçimsizliğiyle sonuçlanmış ve bir kavga sonunda Djuskaha Othagwenda'yı öldürmüş.
Kaynak: Curtin ve Hewitt, Report of the Bureau of American Ethnology, xxxii, 460, No. 98
Şefin kulübesinin yakınında her yıl mısır veren büyük bir ağaç varmış. Şefin dostlarından biri, rüyasında kızcağızın tedavi olabilmesi için işte bu ağacın yanına yatırılması ve ağacın dibinin kazılması gerektiğini görmüş ve bunu harfi harfine şefe anlatmış. Kız oraya yerleştirilip yerliler daha yeni çalışmaya başlamışlarken genç bir adam gelmiş. Kızarak, "Bu ağacı kesmeniz doğru değil. Hayatımızı onun meyveleriyle idame ettiriyoruz," demiş. Ardından ayağıyla kızı yeni kazılmış çukura itmiş.
Meğer o çukur o zamanlar tamamen sulardan oluşan ve sürüyle sukuşunun yüzdüğü bu dünyaya açılan bir delikmiş, henüz karalar yokmuş. Sukuşları kızı delikten düşerken görmüş ve vücutlarıyla kalkan olup son anda havada yakalamışlar. Yorulunca, içlerinden biri sormuş, "Kim bu kıza bakmak için gönüllü olacak?" Ve büyük kaplumbağa sırayı devralmış. O da yorulunca kimin almak istediğini sormuş. Bir kaç devir teslimden sonra nihayet kıza daimi bir yer bulunması gerektiği kafalarına dank etmiş. Bunun üzerine, onun gelecekte yaşayabileceği bir dünya hazırlanmasına karar verilmiş. Böylece denizlerin dibinden toprak çıkarılması ve kaplumbağanın sert kabuğu üzerine dökülmesi, ve daha sonra üreyecek her canlıya yetecek kadar bir saha oluşturulmasında anlaşılmış. Biraz tartışmanın ardından kurbağa toprak aramak için denizin dibine dalmaya ikna olmuş ve cesurca derinlerden toprak getirmeyi başarmış. Çıkarılan toprak dikkatlice kaplumbağanın kabuğuna sürülmüş ve hemen büyüyüp genişlemiş.
Hastalığı altedip artık genç bir kadın olan kız burada kendine bir sığınak yapmış ve oldukça mutlu bir şekilde yaşamaya başlamış. Bir zaman sonra dünyaya bir kız bebek getirmiş. Yavru hızla büyümüş ve zekası çabucak artmış.
Anne ve kızı genellikle yaban papatesi toplarlarmış. Annesi bunu yaparken daima yüzünü batıya dönmesini öğütlemiş kızına. Çok olmadan genç kız da yakında anne olacağının sinyallerini vermiş. Anne kızmış kızına; durumu kızın patates toplarken batıya değil, doğuya döndüğünün göstergesiymiş zira. Doğu rüzgarının insanın içine işleyip gebeliklere yol açtığı söylenir. Doğum vakti yaklaştığında karnındaki ikizlerin ilk önce çıkmak için tartıştıkları duyulmuş. Ayrıca biri koltukaltından, diğeri normal yoldan çıkmak istiyormuş. Hafif kızıla çalan rengiyle ilk doğana Othagwenda, Çakmaktaşı, açık tenli ikincisine Djuskaha, yani Küçük Tomurcuk adı verilmiş.
Büyükanne ikizlerden Djuskaha'yı çok sevmiş ama diğerinden nefret etmiş; ve Othagwenda'yı kulübeden uzakta oyuk bir ağacın içine terketmişler.
Evde kalan çocuk hızla serpilmiş ve kendi kendine ok ve yay yapıp civarda avlanabilir hale gelmiş. Bir gün, ava çıktıktan bir kaç gün sonra ok ve yayı olmaksızın eve dönmüş. Onları ne yaptığı sorulunca, oyuk bir ağaçta yaşayan bir çocuğa kullanması için verdiğini söylemiş. Büyükanne ağacın tam olarak nerede olduğunu sormuş ve ardından gidip çocuğu tekrar evine getirmişler.
Çocuklar erkek olduğunda, adalarının genişletilmesi gerektiği kararına varmışlar. Böylece çalışıp ormanlar, göller ve diğer şeyler yapmışlar. Sonra da anlaşmalarına uyarak ayrılmışlar; Othagwenda batıya, Djuskaha doğuya yönelmiş. Bazen geceleri buluşma noktalarına gelip birbirlerinin ne yaptığından bahsederlermiş. Önce batıya, Othagwenda'nın ne yaptığına bakmaya gitmişler; arazi taşlar ve düz çıkıntılarla doluymuş, bir de çok büyük bir sivrisinek varmış. Djuskaha sivrisineğe uçup uçmayacağını görmek için koşmasını söylemiş. Hayvan koşmuş ve gagasını körpe bir ağaca çarpıp düşmüş. Djuskaha, "Bu yanlış oldu, ileride birisini öldürürsün," diyerek onu avuçlarının arasında küçültmüş sonra da üflemiş ve sivrisinek uçarak uzaklaşmış. Kardeşinin yaptığı diğer hayvanlarda da bir iki değişiklik yapmış. Ertesi gün, doğuya, Djuskaha'nın bölgesine gitmişler ve onun yaptığı hayvanların şişmanlıktan güçlükle hareket ettiğini görmüşler; şekerden akçaağaçlardan şuruplar damlıyor, sikamorlar meyveyle dolup taşıyor, nehirlerin bir yanı aşağıya, diğer yanı yukarıya akıyormuş. Kardeşinin yaptıkları Othagwenda'nın hiç hoşuna gitmemiş; burada yaşam insanlar için çok zahmetsiz ve rahat olacakmış. Böylece bazı hayvanları şiddetle sallamış; ayı, geyik ve hindiler küçülmüş, akçaağaç yalnızca tatlı su vermiş, sikamorların meyvesini tatsız ve yararsız yapıp nehirlerin tek yöne akmasını sağlamış, çünkü ilk haliyle üzerinde seyahat çok kolay olacakmış.
Birbirlerinin yaptığını denetleme işi kardeşlerin şiddetli geçimsizliğiyle sonuçlanmış ve bir kavga sonunda Djuskaha Othagwenda'yı öldürmüş.
Kaynak: Curtin ve Hewitt, Report of the Bureau of American Ethnology, xxxii, 460, No. 98
Yorumlar
Yorum Gönder