Streisand Etkisi

Streisand etkisi veya faktörü dediğimiz, ne zaman internette içeriği sansürleme, engelleme veya yasaklama, ya da hukuki yollarla kaldırma çabası içine girilse, bu çabaların, sonuç alınması durumunda bile geri tepmesi olgusuna verilen ad. Olguya bu ismin verilmesi ünlü fotoğrafçı Kenneth Adelman'ın California sahil şeridini fotoğraflamasının ardından şarkıcı Barbra Streisand tarafından özel yaşamının ihlal edildiği gerekçesiyle 2003 yılında dava etmesinin bir sonucu. Olayın internette duyulmasının üzerinden saatler bile geçmeden Adelman'ın çekmiş olduğu 12000 küsur resim arasından malum evin resmi yüzbinlerce site ve dosya paylaşım ağlarına sızdığı gibi, Streisand'ın evi de en çok bakılan ve ağlarda aranan ev olmuş.

Mike Masnick'in Ocak 2005'te şaka olsun diye uydurduğunu söylediği Streisand etkisi, genellikle John Gilmore'un "İnternet sansürü arıza olarak algılar ve çevresinden dolaşır." sözüyle ilişkilendirilir.[1]

Biat kültürüyle yetişmiş, zeytin gözlü, badem bıyıklı siyasetçiler tarafından atanmış kurulların olduğu ülkelerde yöneticiler Streisand etkisini kavramaktan acizdirler (muhtemelen Streisand'i de hiç dinlememişlerdir). Kavrayamadıkları ikinci şeyse sansürün fiilen başarılı olabilmesi için faşizme ya da türevlerine ihtiyacı olduğudur. Bunu biraz açalım:

2008 yılının güzelliklere vesile olacağının müjdesini veren Youtube'a erişimin engellenmesi olayında, Atatürk'e hakaret edilen video'nun varlığını yasak haberiyle öğrendim. O ana dek böyle bir video'nun varlığından bile haberim yoktu. Şahsen Atatürk'e hayran biri olduğum için bunu görmek istedim ve tam olarak şunları yaptım: bilgisayarımda sırasıyla "F12" ve "x" tuşlarına bastım. Bu eylemim hayatımdan yarım saniye çaldı. Ardından videoyu izledim.

Keza Hz Muhammed'i eleştiren (bu sözcüğü bilerek kullanıyorum; karikatürlerin bazılarında gerçekten hakaret değil eleştiri unsurları var; İsveçli heykeltraşın eskizi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim çünkü ben hakaret ve ırkçılıktan başka bir şey göremedim.)[2] ve/veya hakaret eden Danimarkalı sanatçının olayında da benzer şeyler oldu. Dünyanın çeşitli bölgelerinde insanlar gösteriler düzenlediler, ölüm fetvaları birbiriyle yarıştı ve olay belki de hayatı boyunca bir tarafını yırtsa bile meşhur olamayacak birisinin meşhur olmasına ve karikatürlerin binlerce siteye saçılmasına yol açtı. İki gün önce de artık "meşhur" olmuş karikatürcüye yönelik bir saldırı girişiminin ortaya çıkarılması bu sefer 17 değişik Avrupa gazetesinin olayı protesto etmek için karikatürleri bir daha yayınlamasıyla sonuçlandı.

İki olayın da benzer yönleri var:
  1. İkisinde de olayı yalnızca teknik bilgisi eksik Türk vatandaşları izleyemedi.
  2. Kendi haline bırakılsa internetin derinliklerine gömülecek içerik bir anda popüler oldu.
Sansürün kısmen başarılı olabildiği ülkeler totaliter rejimlerle (Çin, Türkmenistan, vb) dinci faşizmin egemen olduğu ülkeler (Afganistan, S. Arabistan, vb). Buralarda sansürü etkili kılan şey erişimin engellenmesi değil, insan haklarının fiilen mevcut olmaması. Afgan gazeteci olayında olduğu gibi içeriğe bir şekilde ulaşıyorsunuz ama sonra başınız gidiyor. Nihayetinde teknik bilgi dediğimiz şey beyin cerrahisi değil; ya iyi bir vekil sunucu (proxy) bulacaksınız, ya da +aramasını bileceksiniz.

Dolayısıyla dünya iktidarlarının ve halklarının önünde iki seçenek var: ya demokrasiye ve insan haklarına saygı gösterip genelde iyi olan özgürlüğü savunurken kötü yanlarına dişinizi sıkıp katlanacaksınız, ya da mutlak iyiyi bulacağınızı umduğunuz faşizm ve totaliter rejimlerin bataklığına saplanacaksınız.


[1] Çeviriyi Wikipedia'dan yaptım. Özgün metnin tamamını (ing) okumak isteyenler buradan okuyabilir.
[2] Gereksiz polemiğe yol açmamak veya onaylıyormuş izlenimi yaratmamak için link vermiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Papağan Totemi

Gezegen Simgeleri

Tanrıça Asteria