Her Gülün Bir Hikayesi Vardır
İnsanlar ezelden beri güle tutkuyla bağlanmışlar. Kleopatra'nın sarayında, yerlerin gül yapraklarıyla bezendiği söylenir ve büyük bilge Konfüçyüs'ün güllere nasıl bakılması gerektiğini anlatan 600 kitaplık bir kütüphanesinin olduğu da.
1000 yaşındadır. Dünyanın bilinen en eski gülünün yaşıdır bu. Bugün Almanya'da, Hildesheim Katedrali'nin duvarını süsler.
Gül, kendi başına bir efsanedir. Rivayet o ki, Roma İmparatorluğu zamanında Rhodante adında inanılmayacak kadar güzel genç bir kız yaşarmış. Güzelliği, onu bıkıp usanmadan takip eden bir hayran kitlesi çekermiş. Bundan bunalan Rhodante çareyi arkadaşı Diana'nın tapınağına sığınmakta bulmuş. Ne yazık ki, bu sefer de Diana onu kıskanmış. Ona ulaşmak için tapınağın kapılarını kırıp içeri giren hayranlarını görünce Diana Rhodante'yi güle, gelen erkekleri de dikene çevirmiş.
Gül, her dilde... Yunan mitolojisine göre, güle adını Afrodit vermiş.
Gülün bir derneği bile var. Red Rose Society (Kırmızı Gül Derneği) 1999'da kurulmuş, dünyanın her köşesindeki gül severler için.
Gülün gerçekten de yaşı yok. Arkeologların en son keşfettiği yaban gülü fosilleri 40 milyon yıl öncesine ait.
Avrupa'daki ilk gerçek kırmızı gül, dağlarda özgürce yaşarken 1792'de Çin'den getirilen Slater'ın "Kızıl Çin'i" (ing: Crimson China). Gelir gelmez gül yetiştirileri onu melezleştirerek kırmızı gül üretmek için kullanmışlar. O günden beri, kusursuz bir kırmızı gül yetiştirmek gülseverlerin kutsal kasesi: hoş kokulu, hastalıklara dirençli, uzun saplı, yeniden açan, mükemmel şekilli ve solmayan canlı bir kırmızı rengi olan gül yetiştirebilmek. Mutlak kusursuzluğa hala ulaşamadılar, ve tabii ki asla ulaşamayacaklar.
Gül, aşkın çiçeği. Günün birinde, ormanın bir köşesinde bulduğu cansız bir nimfin bedeninden çiçek tanrıçası Chloris tarafından yaratılmış. Chloris aşk tanrıçası Afrodit'ten yardım istemiş, o da güzelliğini vermiş; Dionysus, şarap tanrısı, ona güzel kokusunu vermek için nektar eklemiş; ve Üç Zarifler çekiciliğini, parlaklığını ve neşesini vermişler. Daha sonra Batı Rüzgarı Zefir bulutları uzaklaştırmış ki Apollo, güneş tanrısı, ışığıyla çiçek açmasını sağlasın. Gül böyle doğmuş ve hemen Çiçeklerin Kraliçesi ünvanını almış.
Selahattin Eyyubi, saf olmayan haçlıları kovduktan sonra kutsal yerleri onların kokularından arındırmak için gülsuyu taşıyan kervanlar yollamış.
Tabii gülün düşmanları da var: yozlaşmış inançlarını kadına tahakkümün içine tükürülesi aracı yapmış birileri. Çünkü gül Ortadoğu'da, birbirlerine olan aşklarını açıkça dile getiremeyen bütün aşıklar için gizli bir dil de vermiş. 18. yüzyılda İngiltere'nin İstanbul'daki elçisinin karısı Lady Mary Wortley Montagu, ölümünden sonra basılan mektuplarında bu dili dünyadaki diğer aşıklara da öğretmiş. Her biri çiçeklerdeki gizli mesajı anlatan mektuplar çiçeklerin diliyle ilgili bir çok kitaba esin kaynağı olmuş. Gül tomurcuğu giderek büyüyen arzuyu ifade ederken, açık bir beyaz gül "Beni sevecek misin?" diye sorarmış; açık bir sarı gülse "Beni artık sevmiyor musun?" sorusuna yanıt ararmış.
1000 yaşındadır. Dünyanın bilinen en eski gülünün yaşıdır bu. Bugün Almanya'da, Hildesheim Katedrali'nin duvarını süsler.
Gül, kendi başına bir efsanedir. Rivayet o ki, Roma İmparatorluğu zamanında Rhodante adında inanılmayacak kadar güzel genç bir kız yaşarmış. Güzelliği, onu bıkıp usanmadan takip eden bir hayran kitlesi çekermiş. Bundan bunalan Rhodante çareyi arkadaşı Diana'nın tapınağına sığınmakta bulmuş. Ne yazık ki, bu sefer de Diana onu kıskanmış. Ona ulaşmak için tapınağın kapılarını kırıp içeri giren hayranlarını görünce Diana Rhodante'yi güle, gelen erkekleri de dikene çevirmiş.
Gül, her dilde... Yunan mitolojisine göre, güle adını Afrodit vermiş.
Gülün bir derneği bile var. Red Rose Society (Kırmızı Gül Derneği) 1999'da kurulmuş, dünyanın her köşesindeki gül severler için.
Gülün gerçekten de yaşı yok. Arkeologların en son keşfettiği yaban gülü fosilleri 40 milyon yıl öncesine ait.
Avrupa'daki ilk gerçek kırmızı gül, dağlarda özgürce yaşarken 1792'de Çin'den getirilen Slater'ın "Kızıl Çin'i" (ing: Crimson China). Gelir gelmez gül yetiştirileri onu melezleştirerek kırmızı gül üretmek için kullanmışlar. O günden beri, kusursuz bir kırmızı gül yetiştirmek gülseverlerin kutsal kasesi: hoş kokulu, hastalıklara dirençli, uzun saplı, yeniden açan, mükemmel şekilli ve solmayan canlı bir kırmızı rengi olan gül yetiştirebilmek. Mutlak kusursuzluğa hala ulaşamadılar, ve tabii ki asla ulaşamayacaklar.
Gül, aşkın çiçeği. Günün birinde, ormanın bir köşesinde bulduğu cansız bir nimfin bedeninden çiçek tanrıçası Chloris tarafından yaratılmış. Chloris aşk tanrıçası Afrodit'ten yardım istemiş, o da güzelliğini vermiş; Dionysus, şarap tanrısı, ona güzel kokusunu vermek için nektar eklemiş; ve Üç Zarifler çekiciliğini, parlaklığını ve neşesini vermişler. Daha sonra Batı Rüzgarı Zefir bulutları uzaklaştırmış ki Apollo, güneş tanrısı, ışığıyla çiçek açmasını sağlasın. Gül böyle doğmuş ve hemen Çiçeklerin Kraliçesi ünvanını almış.
Selahattin Eyyubi, saf olmayan haçlıları kovduktan sonra kutsal yerleri onların kokularından arındırmak için gülsuyu taşıyan kervanlar yollamış.
Tabii gülün düşmanları da var: yozlaşmış inançlarını kadına tahakkümün içine tükürülesi aracı yapmış birileri. Çünkü gül Ortadoğu'da, birbirlerine olan aşklarını açıkça dile getiremeyen bütün aşıklar için gizli bir dil de vermiş. 18. yüzyılda İngiltere'nin İstanbul'daki elçisinin karısı Lady Mary Wortley Montagu, ölümünden sonra basılan mektuplarında bu dili dünyadaki diğer aşıklara da öğretmiş. Her biri çiçeklerdeki gizli mesajı anlatan mektuplar çiçeklerin diliyle ilgili bir çok kitaba esin kaynağı olmuş. Gül tomurcuğu giderek büyüyen arzuyu ifade ederken, açık bir beyaz gül "Beni sevecek misin?" diye sorarmış; açık bir sarı gülse "Beni artık sevmiyor musun?" sorusuna yanıt ararmış.
Yorumlar
Yorum Gönder