Bir Kadını Seyretmenin Zevki

Bazen kendinizi akıntıya bırakmak hoş olabiliyor. Dün, ben de öyle yaptım ve bu sayede "Kelebek ve Dalgıç" filmini izleme şansım doğmuş oldu. Yönetmen Julian Schnabel'in 'Before Night Falls'dan sonraki filmi Kelebek ve Dalgıç, ve başrollerinde Mathieu Amalric, Emma de Caunes, Emmanuelle Seigner, Jean-Pierre Cassel, Marie-Josée Croze ve Max von Sydow var.

Filmin konusunu anlatan oldukça fazla site olduğundan burada fazla ayrıntı vermeyeceğim, ama anlatmak istediklerimi anlatabilmem için de kısaca değinmem gerekiyor (ayrıca sinema eleştirmeni de değilim). Schnabel öykünün çoğunu hayatını dolu dolu yaşarken geçirdiği felç sonucu hastanede gözlerini açan Fransız Elle dergisi editörü Jean-Dominique Bauby'nin bakış açısından anlatıyor (tam olarak söylemek gerekirse sol gözünden) ve kendinizi bir odada uyanırken buluyorsunuz. Hastanede olduğunuzu keşfetmeniz bir kaç saniye daha alıyor. Vücudunuz hareketsiz, denetiminiz dışında ve çalışan yegane organınız gözünüz ve bir de bu badireyi hasarsız atlatmış zihniniz var. Film adeta sizi zorla kendinizi Bauby'nin yerine koymaya zorluyor. Ben de öyle yaptım ve bu bana sonradan iki saat eksik uykuya mal oldu.

kelebek ve dalgic alfabe sahnesi 
Bir kadını seyretmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu yeniden kavradım. Bauby'ye yardımcı olan dört kadının, - ona iletişimi ve yutkunmayı öğreten iki sağlık görevlisi ve çocuklarının annesiyle kitabını yazmasına yardımcı olan asistanı - Bauby'yle birlikte saçlarını, kaşlarını, burunlarını, dudaklarını, dillerini, boyunlarını, göğüslerini, bacaklarını seyrettim; konuşmalarını, harfleri tek tek söylemelerini, mimiklerini, jestlerini, tavırlarını onunla birlikte yaşadım. Saçları rüzgarda uçuştuğunda, etekleri havalandığında, neşeyle kahkaha attıklarında Bauby'yle birlikte keyif aldım. Onlar üzüldüğünde, ağladığında, Bauby'yle birlikte benim de yaptığım eşeklikler ister istemez aklıma geldi. Ve bir kez daha, yeniden anladım: kadının yalnız yatakta kadın olması yeterli değil.  
kelebek ve dalgic yemek sahnesi 
 
Aslında burada, bu sitede, türban ve örtünme konusuna yer vermeye niyetim yoktu (zaten bir yazı yazdım) çünkü çok sıkıcı buluyorum. Kadınların canları ne istiyorsa, hangi ilahi gücün neyi emrettiğine inanıyorlarsa onu yapmalarına ilke olarak itirazım yok. Keyifleri bilir. Ama ben onları asla bir kadın gibi göremeyeceğim ve asıl bunu göremeyen erkekler için üzülüyorum.

Filmin bendeki en büyük etkisi de bu işte. Kadın, 24 saatiyle kadın olmalı, özgür, sınırsız, mahrem-namahrem ikileminden bağımsız; saçıyla, kaşıyla, gözüyle, dişiyle, tırnağıyla, konuşmasıyla, gülüşüyle, somurtmasıyla, oturuşuyla, kalkışıyla, herşeyiyle. Evde, sokakta, kahvede, parkta, işyerinde kadın görebilmek büyük bir mutluluk. Ve çevremde 24 saat kadın gibi olan kadınlar olduğu için çok şanslıyım.

Kaynağı şüpheli de olsa Ömer Hayyam'a atfedilen bir rubaiyle bitireyim:

Tanrım, sen onu aşk ile şehvetle yarat
Amber koku ver, saçların sümbülce uzat
Sonra de ki "Sakın bakma", manası bunun
Doldur kadehi, tersine tut, dökme fakat. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Papağan Totemi

Gezegen Simgeleri

Tanrıça Asteria